Seni rahat mı bırakayım! Bu çok güzel, ama kendimi nasıl rahat bırakabilirim peki? Rahat bırakılmamıza gerek yok. Aslında arada sırada rahatsız edilmemiz gerek. En son ne zaman gerçekten rahatsız oldun? Önemli bir konuda, gerçek bir konuda?
Bir evin inşa edilmesini istemiyorsan, çivilerle tahtaları sakla. Bir insanın siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi, hiçbir açıdan sunma. Bırak savaş diye bir şey olduğunu unutsun.
Dünyanın en cömert insanları hırsızlar, yankesiciler, pezevenkler, kerhaneciler dolandırıcılarmış... Neden elleri açıkmış? Çünkü başkalarının paralarını harcarlarmış da ondan.
Dünya öyle bir yerdi ki acının da, mutluluğun da dahası, daha fazlası hep vardı. Tarih talihle ve başkalarının kırık dökük hikayeleriyle sınarken insanı, bu gerçek de kendini sık sık hatırlatıyordu. Hem de en umulmadık biçimlerde...
Yeni yeni fark ediyordu sanki, birinin hayatında kendisinden daha kıymetli bir şey olmayışı, katlanılacak yoksulluk değildi. Halbuki insan doğrudan kendisiyle ilgili olmayan durumlarda da başkaları için kaygılanabilmeli; sevmeyi, sevilmekten bağımsız bir edim gibi görebilmeliydi.
Bir an gelir insan hayatta olmanın kendisine kazandırdıklarıyla kaybettirdiklerini kıyaslamaya başlar. Yüzünün güldüğü anların diğerlerine nazaran ne kadar az olduğunu fark ettiğinde de, o kısacık anların bir ömür kederlenmeye değecek kadar vazgeçilmez olup olmadığını düşünür. Büyük acıların ardından ikramiye gibi gelen o kısa sevinçler de seyrekleşince, daha fazla yaşamak için bir neden bulamaz hale getiriverir insanı bu kıyas. Oradan da sabırsız bir uçurumun kenarına...
İnsan kaderine karşı öfke duyduğu vakit günahkâr mı olur? Şayet öyleyse, adalet terazisi un ufak olmuş bu hayatta, dışarıya sussa bile, kendiyle yalnız kaldığında bu günahı hiç işlememiş kaç babayiğit bulunur?