Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Amo Rise

Amo Rise
@Amorise
"Meğer bizim insan yaşamı dediğimiz, Talih'in düzenleyip arkasıra sürüklediği bir alaymış, bir oyuncu alayı! Öyle ya! Talih o oyuncuları istediği kılığa sokuyor, her birine istediği işi gördürüyor. Kimini krala çıkarıyor, başına bir taç geçiriyor, alnına elmaslar takıyor, birtakım dalkavukların ortasına alıyor; kimine bir uşak elbisesi giydiriyor, kimini güzel, kimini de çirkin ediyor."
Sayfa 446Kitabı okudu
Reklam
"Artık benim için, bütün ömrümce değişmeyecek bir tek yasa vardır: Kimseyle düşüp kalkmamak, insanlarla tanışıp konuşmamak, hepsinden nefret etmek. Dost, konuk, arkadaş, acımak gibi sözlerin benim için hiçbir anlamı olmayacak. Ağlayanlar varmış diye üzülmek, yoksulların yardımına koşmak, benim için yasaya saygısızlık etmek, en büyük suçu işlemek olur. Kurtlar gibi bir başıma yaşayacağım, Timon'un Timon'dan başka dostu olmayacak. Bütün öteki insanlara birer düşman, birer alçak diye bakacak, onlara el sürmeyi bile kendim için bir günah sayacağım. İçlerinden bir tanesini gördüğüm gün, benim için en uğursuz gün olacak. İnsan olarak taştan, tunçtan yontular yeter bana. Elçi göndersinler, onu da yanıma sokmam, hiçbir işe girişmem onlarla. Bu çöl beni bütün insanlardan ayırsın. Ulusmuş, boymuş, soymuş, yurtmuş öyle sözler olmayacak benim dilimde; öyle şeylere varsın budalalar kansın." ... "Ölürken kendi elimi kendim tutacak, başıma çelengi kendim koyacağım. Benim için dünyada merdümgiriz sözünden daha güzel bir ad olmasın. Beni geçimsizdir, hoyrattır, kabadır, çabucak kızar; insaf, acımak nedir bilmez diye tanısınlar. Ateşe düşen bir kimse bana kurtar diye yalvarırsa, gidip de onu katranla, ziftle, yağla kurtarayım! Fırtınadan kabaran sulara düşmüş bir adamın beni çağırdığını görürsem, gidip de bir tekme indireyim, başını iyice suya sokayım ki bir daha kurtulamasın."
Sayfa 418Kitabı okudu
Bilim Ulusu
"Bir ulus vardır ki, diğerlerinin iddia ettiği bütün üstün nitelikleri kendinde toplamıştır. Benim okuyucumun ulusudur işte bu ulus."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
LYKİNOS: "... Benim bildiğim bir şey var: gerçeği duymak kimseye hoş gelmiyor, yalan daha çok beğeniliyor. Elbette! Yalan daha güler yüzlüdür, daha tatlıdır. Ama gerçek -kendisinde bir karışıklık olmadığını bildiği için korkusu yoktur- insanlara her şeyi açıkça söyler, bunun için de ondan nefret edilir. Görüyorsun ya! Sen de, seninle bir olup uğraştığın işlerin gerçeğini sana gösterdim diye, ikimizin de sevip aradığımız şeyi elde etmenin kolay olmadığını anlattım diye bana kızdın. Sen sanki bir yontuya aşık olmuşsun, onu gerçekten bir insan sanıp ille kavuşayım diyorsun. Ben o yontunun taş ya da tunç olduğunu anladım, seni sevdiğim için de boş yere yandığını söylüyorum; sense, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek gülünç umutlardan seni kurtarmak, tuttuğun yanlış yoldan çekmek istediğim için sana kinim olduğunu sanıyorsun."
"Yarının yaşlıları olan bugünün gençleri, kendi geleceklerinin yarın aramızda olmayacak kişiler tarafından belirlenmesine neden karşı çıkmıyor?"
Reklam
"Sürülerinizin de ondalığını alacak. Sizler ise onun köleleri olacaksınız. Bunlar gerçekleştiğinde, seçtiğiniz kral yüzünden feryat edeceksiniz. Ama Rab o gün size karşılık vermeyecek. [I.Samuel 8:17-18]" İşte monarşinin nasıl sürüp gittiğine dair bir anlatı; o günden bugüne yaşamış olan birkaç iyi kralın karakteri, kral sıfatını günahlarından arındırmaya yetmez, krallığın kökeninin günahkârlığını ortadan kaldırmaz; Davut Peygamber'in arkasından düzülen methiyeler, onu bir kral olarak resmen dikkate almaktan ziyade Tanrı'nın yüreğinde özel bir yeri olan bir insan olarak görür sadece.
"Why not?" said the Time traveller. "It's against reason" said Filby. "What reason?" said the Time traveller. "You can show black is white by argument," said Filby, "but you will never convince me."
Doğa, Humboldt'un öğretmeniydi ve doğanın sunduğu en büyük ders bu özgürlüktü. "Doğa, özgürlüğün etki alanıdır" diyordu; çünkü doğanın dengesi, karşılığında siyasi ve ahlaki hakikat için kılavuz olarak alınabilecek çeşitlilikle yaratılmıştı. En küçük yosundan, böcekten fillere veya yüksek meşe ağaçlarına kadar her şeyin bir rolü vardı ve birlikte bunlar bütünü oluşturuyorlardı. İnsanlık yalnızca bunun küçük bir parçasıydı. Doğanın kendisi bir özgürlük cumhuriyetiydi.
Muir, vahşi doğanın özlemini çekiyordu. "Yalnızlık" diye uyarıyordu Emerson onu: "Harikulâde bir metres ama tahammül edilemez bir eştir." Ama Muir, milim kımıldamıyordu. İnzivayı seviyordu. Doğayla sürekli bir diyalog hâlindeyken nasıl yalnız hissedebilirdi?
Ekmek dizimde Yıldızlar uzakta, ta uzakta. Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak Öyle dalmışım ki sormayın, Bazan şaşırıp, ekmek yerine Yıldız yiyiyorum.
Reklam
"Kendisini insan organizmasının fevkalâde girift ve karmaşık mekanizması içerisinde dışa vuran YAŞAMA İRADESİNİN en kusursuz tezahürünün çaresiz toprağa karışıp, sonunda bütün varlığını çözülmeye terk etmesi; söylediklerinde her zaman doğru ve samimi olan tabiatın, iradenin bütün çabalamalarının esasında beyhude olduğunu bildirmesinin naif bir yoludur. Eğer kendi başına herhangi bir değere, kayıt ve şartla sınırlı olmayan bir mutlakiyete sahip olsaydı, akıbeti yokluk olmazdı."
"Hâlbuki can sıkıntısı insanda en büyük belalardan, en doğrudan hissedilen cezalardan biridir. Hayattaki tek amaçları keselerini doldurmaktan ibaret olup kafalarının içini ölümüne boş bırakan bir sürü sefil yaratıkta görürüz bunu. Kendilerini bu azap içerisinde kıvrandıran can sıkıntısının kollarına teslim ettiklerinden, bizzat o maddi servetleri onlar için bir cezaya dönüşmüştür. Çünkü ondan kurtulmak için her yöne saldırırlar, yerlerinde duramazlar, şuraya buraya, her yere seyahat ederler. Bir yere ulaşır ulaşmaz hemen oranın kendilerine sunacağı oyun ve eğlenceleri arayıp sormanın telaşına düşerler, nasıl ki yoksul bir adam akşam öğününü nerede bulacağının tasası içerisinde koşturup durursa. Zira ihtiyaç ve can sıkıntısı hiç kuşku yok insan hayatının iki temel zıt kutbudur."
Felsefeci Mark Johnson, evrensel etik görüsü hususunu daha güçlü ifade eder: "Mutlak kurallar, karar-verme prosedürleri ve karşılaştığımız herhangi bir durumda yanlışı doğrudan ayırt edebileceğimiz evrensel ya da kesin kanunlar yaratan ruhani muhakemeye sahipmişiz gibi düşünmenin ve hareket etmenin ahlaki açıdan sorumsuzluk olduğunu ileri sürüyorum."
Hasan-Âli Yücel'in bir yazısında "acaba" hakkında söylediği şu ifadeleri kullanmıştı: "Demokrasinin dünya görüşü, bir mantığa dayanır. Demokrasi mantığının ana prensibi şudur: 'HER FİKİRDE HATA VE SEVAP İHTİMÂLİ VARDIR.' Eğer bu postülâtı kabul etmezseniz demokrasi geometrisini kuramazsınız. Bu prensibi kabul edince ilk müşkül yenilmiş olur. Çünkü kendi davanızda, karşınızdakinin davası kadar hata ve sevap olacağına inanınca pek tabiî olarak tartışmaya razı olursunuz. O zaman bir itiraz karşısında kalınca: 'Acaba?!' dersiniz. Bu 'acaba?' yok mu, işte demokrasinin en değişmez remzi budur. Bütün diktatorya rejimleri 'acabasızlar' rejimidirler."
"Beethoven on yaşında bir kız çocuğuna yazdığı bir mektupta ne diyor? 'Bilim ve sanatın peşinden git! Ancak onlar insanı Tanrı katına yüceltirler.' Jules Verne'nin Kaptan Nemo imajı da bilim ve sanatın kanatlarında o kata yücelmiş bir üstün insanın resmidir. O üstün insan bilimin ve sanatın kıymetini bildiği gibi, özgürlüğün, insana saygının da onların olmazsa olmaz ön koşulu olduğunu bilmektedir."
1.366 öğeden 1.351 ile 1.365 arasındakiler gösteriliyor.