-Saffet hocam şu akıp gitmekte olan suyu görüyor musun?
Süleyman'ın bu sorusuyla düşüncelerinden uzaklaşan Saffet Hoca kısa bir süre suya baktıktan sonra "Evet" dedi.
- Şimdi ırmak yatağında akıp gitmekte olan şu su, akıp gittiği ırmak yatağının tapusunu almak isterse ona ne dersin?
"Ne denir ki sadece gülünür! "cevabını veren Saffet Hoca Süleyman'ın nereye varmak istediğini gayet iyi anlayarak devam etti.
- Tabii ki bizler de bu dünyadan akıp gitmekte olan şu su gibiyiz. Bu suyun akıp gittiği Irmak yatağının tapusunu almak istemesi ne kadar gülünç ise dünyada bir saatlik ömrü olan insanların da çok kısa bir süre yaşayacakları yerlerin tapusunu almak istemeleri de o kadar gülünçtür. Öyle değil mi Süleyman?
Süleyman gülümseyerek "Evet, öyle." dedikten sonra ilave etti
- Fakat bunu kimseye söylemeyin!
- Niye?
- Çünkü size de şey diyebilirler.
- Ne diyebilirler?
- "Tapusuz Saffet Hoca"
Süleyman'ın çekine çekine söylediği bu sözler üzerine gülümseyen Saffet Hoca "hiç önemli değil. "dedikten sonra sordu
- Sana tapusuz denilmesi seni üzüyor mu?
Yoo, hoşuma bile gidiyor. Hem ahirette mal mülk hesabı sorulurken, herkes sahip olduğu malın mülkün hesabını vermeye çalışırken, bana" Hey tapusuz, sen geç" derlerse daha çok hoşuma gidecek.
"-Oysa müslüman erkeğin nikahı altına giren bir kadının, kocasından emin olması ve kendisini gerçekten emin bir beldede hissetmesi gerekir. Çünkü kadının latif duyguları ve iç güzelliği, böylesi emin beldelerde dışa yansır. Böylesi emin beldelerde yeşeren sevgi ve sevda, hiç gizlenmeden ve hiçbir kötü niyete alet edilmeden olanca açıklığı ile yaşanabilir. Bir korku, bir endişe, bir güvensizlik yoktur bu emin beldede. Bu emin beldede kadın erkeğine karşı silahlanmaya, kendi haklarını, kendi yöntemleriyle almaya gerek duymaz. Çünkü erkekler için değerli bir emanet olan kadının meşru hakları, samimi bir saygı ve sevgi ile sunulmuştur kendisine. "
"-Her şeyden önce kadınlarla erkekleri aynı tanıma dahil etmememiz gerekir. Kur'an-ı Kerîm'den anladığım kadarıyla erkek müslümanların kazanmaları, kadın müslümanların ise daha ziyade korumaları gereken değerler vardır. Çünkü Rahman olan Rabbimiz kadınları gerçekten değerli yaratmıştır. Onlar Rabbimizin kendilerine fıtraten verdiği bu değerleri korudukları zaman, gerçekten değerli insanlar oluyorlar. Mesela Meryem'i, Hz. Meryem yapan gerçek, kazandıklarından ziyade korudukları değerlerdir."
"Mızıkanın nağmeleri otel penceresinden sızıp kasabanın dumanı tüten kırmızı kiremitli damlarına doğru yayılmaya başladı. Nereye kadar gider bu ses, kime ulaşır?"
"Babam beni aldı, birlikte vagon evimize geldik. Bohçayı açtık. İçinden annemin soluk pembe mantosu, başörtüsü, yıpranmış kunduraları, aynası ve tarağı, yüzüğü, küpeleri çıktı. Babam bir süre bunlara baktı. Parmaklarının ucuyla dokundu. Sonra kapadı bohçayı. Uzanıp elimden mızıkayı aldı. Beni kucaklayarak vagonun tek penceresinin önündeki sedire götürdü. Aşağılarda ırmak sessiz sedasız akıyor, kar taneleri ağır ağır dökülüyordu. Soğuktu vagonun içi. Babam bir kolu ile sardı beni. Başımı, saçlarımı öptü, kokladı. Sonra mızıkayla bir şeyler çalmaya başladı. Ne güzel, ne acıklı, ne tatlı çalıyordu. Birlikte ağladık. Babamı ilk kez ağlıyorken görmüştüm."
Yine hızlı düşündüm sanırım, korkarım bu sık sık olacak; çünkü bir insanı ancak onun hayatını yönlendiren anılarıyla olan ilişkilerden tanıyabilirsiniz. Genelde baktığımız zaman, insanı yönlendiren kaderidir, özel hayatında etkili olan ise alışkanlıklarıdır.
"Düşsen de önemli değil!
Tekrar ayağa kalkabilirsin!
Düşmüşken yönünü göğe çevir, gökyüzüne bak!
Mavi gökyüzü bugün de senin için sınırsızca genişliyor.
Sana gülümsediğini görüyor musun?
Aya! O zaman sen yaşıyorsun!"
“Bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür.”
Kalp aslında kötülüğü hissetmektedir. Gerçek şu ki insanlar korkunç işler yaptıklarında, “kendi özleri” yaralanmaktadır. Fyodor Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında harika bir biçimde anlattığı gibi, suçun bizzat kendisi bir cezadır. Çünkü insanlar nihayet yaptıkları işlerin acı sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
Geleneksel Çin tıbbına göre kalp, shen diye isimlendirilen “ruh”un barındığı yerdir. Çincede düşünme, düşünce, sevgi, dinlemek isteme ve erdem gibi birçok ifadenin içinde kalbi temsil eden karakterler vardır.
Tasavvuf, kalbin arındırılması ve madalyonun diğer yüzü olan nefsin terbiye edilmesi meselesini, tesadüfî, kuralsız, kontrol edilemez olmaktan çıkartıp disiplinli bir ameliyeye dönüştürmüştür.
“Başıboş bir gezinti esnasında hiç ummadığınız rastgele bir insanın ağzından öyle bir şey işitebilirsiniz ki bir alim veya devlet adamından öğrenmenize de imkân yoktur. Aktüalite çok kere fazla bir şey ifade etmeyen bir ârazlar mecmuudur. Cevheri daha derinlerde aramak lazımdır.”