Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Elif

Göğe bakalım! Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum.
Reklam
“Hedefi vurmaya çalışmayın!” Zen öğüdünün bu minik parçası öylesine gizemlidir ki adeta genç okçu okunu ustasına çevirmiş gibi anlarsınız. Oysa usta kötü biri değildir; The Art of Archery kitabının yazarı olan bu usta, burada “Çok çaba sarf etmeyin” demek istiyor ve pratik bir öğütte bulunuyor: Çok çaba sarf ederseniz, çok ısrarlı olursanız, kötü nişan alırsınız ve hedefi yanlış yerden vurursunuz.
Sayfa 271Kitabı okudu
Neyin olması gerektiği hakkında bir standarda sahibim; ancak benim açık sözlülüğüm, hatalar yaptığımı bilmem gibi basit bir bilgide yatar. Bazen bilim hakkındaki tartışmalarda bu bilme olgusu, “bir kimsenin hatalarından öğrenmesi” gibi bir klişeye indirgenir.
Sayfa 200Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İbn Haldun, İslam kültürünün serpilip gelişmesinin başlangıcını Darü'l-Hikme'nin açılışında görür. O özümseme çağının doruk noktasını, 850 civarında doğmuş olan Kindi'nin eseri oluşturur. Aristo'nun dünya görüşünü yeniden ele alan Kindi, kendisinden 300 yıl sonra gelen Aquinalı Aziz Thomas tarafından yazılan Somme Theologique adlı kitabına kadar yazılmış dünyanın görüp bildiği en büyük ansiklopedisini meydana getirir. Gerard de Cremonne tarafından Latinceye çevrilen Kindi'nin bu eseri, yüzyıllar Batı'nın eğitici bilgi kaynağı olur.
Jen-Ben.
''Jen insanı, kendisini muhafaza etmek isterken başkalarını muhafaza eden ve kendisini geliştirmek isterken başkalarını geliştiren kimsedir. Bir kimsenin kendi beninden hareketle başkalarına yönelik davranışa bir benzerlik çıkarabilmesi, Jeni uygulama yolu olarak isimlendirilebilir. -Konfüçyüs.
Reklam
Ju okulunun üyelerinin kökeni, ediplerdir. (Konfüçyüs) Mohist (Mohcu) okulunun üyelerinin kökeni, şövalyelerdir. Taocu okulunun mensuplarının kökeni, keşişlerdir. İsimler okulunun mensuplarının kökeni, tartışmacılardır. Ying-Yang okulunun mensuplarının kökeni, gizemli sanatların uygulayıcılarıdır. Yasacı okulunun mensuplarının kökeni, “metot sahibi insanlar”dır.
İstanbul’u zapteden Türkler devlet hayatında elbette Bizans İmparatorluğundan çok yüksekti. Türklerin İstanbul fethinde inşa ve icadettikleri gemiler, toplar ve her nevi vasıtalar, gösterdikleri yüksek fen iktidarı, bilhassa koca bir donanmayı Dolmabahçe’den, Haliç’e kadar karadan nakletmek dehası, daha evvel Boğaziçinde inşa ettikleri kaleler, aldıkları tedbirler Bizans’ı zapteden Türklerin fikir ve fen âleminde ne kadar ileri olduklarının yüksek şahitleridir. Bizans Prenslernin Türk ordugahlarında staj yaptıkları, her hususta ders aldıklarını da hatırlatmak isterim. Daha Atilla zamanındaki Şarkî Roma İmparatorluğunun Türklerin haraçgüzarı olacak kadar siyasette ve askeriyette dûn mertebede bulunduğu malûmdur. Bizans’ı zapteden Türklerin iktisadi hayatta Bizanslıların çok ilersinde olduğunu izaha ise hacet görülmez.
“Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiç bir tesir ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Bu hürriyet kelimesinin en geniş tarifidir. İnsanlar bu manada hürriyete hiç bir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malûmdur ki insan tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir. Kâinatın kanunlarına tabidir. “
Bir gül fidesini sulayacağız diye evin yarısını su altında bırakamayız, gücümüzü beceriksizce ve cahilce israf edemeyiz; onu kesin ve etkili bir biçimde, hem de olay mahallinde, terbiye etmeliyiz.
Bir edebi eser tek oturuşta okunamayacak kadar uzunsa, izlenim birliğinin (unity of impression) sağlayacağı muazzam önemli etkiden vazgeçmeye razı olmamız gerekir; çünkü eğer iki oturuşta okumak gerekiyorsa dünya işleri araya karışır ve bütünlük (totality) gibi şeyler derhal bozulur.
Reklam
Aziz Agustinus tüm samimiyetiyle okurlarını nefsin cilvelerine karşı uyarmış: “Bu yüzden ya Rab, ben de sana herkesin işiteceği şekilde itirafta bulunuyorum, ama doğruları itiraf edip etmediğimi kanıtlayamam (quibus demonstrare non possum, an vera confitear).” Bu çaresizliğin nedenini yine bu hak ve hakikat aşkının kendisinden öğreniyoruz: “Ben kendimin yargıcı değilim beni dinleyenler bunu böyle bile! Benim yargıcım sensin ya Rab. Evet, doğru, hiç kimse insana insanın özelliklerini bilemez, içindeki ruh müstesna (nisi spiritus hominis, qui in ipso est). Ama insanda başka bir şey daha var ki bunu içindeki o ruh bile bilemez.” İtiraflarının taşıdığı hakikat değerine işaret ederlen kendi yargıcının kendisi olamayacağını, çünkü o hakikat bilgisinden kendisinin bile mahrum olduğunu söylerkenki tavır, Yunus’un deyişiyle, ‘bir ben vardır bende benden içeru’ yorumu, bir tek Hristiyanlığa özgü olmayıp Yunanlı kökleri Epikuros’dan geriye doğru Pythagoras’a kadar uzanır. Helenistik dönemde ise iyice saçaklanarak Cicero, Senaca, Epiktetos, Plutarkhos, Marcus Aurelius, Galenos, Plorinos gibi isimlerin sürdürdüğü felsefi duruş tarafından önceşenir. En nihayetinde “her bilenin üstünde başka bir bilen vardır” biçiminde Kur’an tarafından dile getirilen kadim ilkede de yankılanarak evrensel bir hakikatin ifadesi olmuştur.
İbni Sina’yı okumuşlardı, Avrupalılar gibi cahil değiller. İnsan ikiyüzyıl boyunca hoşgörülü, gizemci, özgürlükçü bir kültüre açık olarak yaşar da, onun gönülçelen yanlarına nasıl kapılmaz, özellikle de bu kültürü kaba, barbar Germanik Batı kültürüyle karşılaştırınca?
Kısacası, insan öykünün ne olduğunu bile bilmiyorsa, felsefe kitaplarını düzeltsin daha iyi.
‪Bütün kusurlardan uzak, adı geçen varlıkların kendisiyle, kendisinden ötürü ve kendisi için var olduğu varlıktır. ‬
Felekte o ay sana yoldaş olduktan sonra sabah erken olmuş, geç olmuş neye korkarsın? Mevlana
33 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.