Gün geçtikçe öfkemizi kabartan kalbimizi daha da çok kanatan haberlere açıyoruz gözlerimizi…
Ekranlarda;“kendi” evlerinin onlarca çocuğun körpe bedenlerine mezar oluşuna şahit oluyoruz.Merhamet, daha önce yeryüzünde böylesine acı çekmiş midir yahut daha ne kadar acı çekecektir?
Savaş dün başlamamıştı evet muhtemelen ateş kesilince de sonlanmayacak.Geride kalan enkazlardaki yaralı çocuklar ertesi gün yeniden ölmeye yatacaklar.Kim bilir daha kaç çocuk uykularında belki de analarının koyunlarında şehadet şerbetini kana kana içecek?..
Bize gelirsek arşivimizde bekleyen “tepkiler, kınamalar ve lanet okuyuşlarımızı”yeniden gündeme taşıyoruz.Bayrağın kudsiyetinin ne demek olduğunu fehmedemeyen takma akıllar ise ahkam kesmeye kaldığı yerden devam ediyor…
Sözüm ona kimi medya mensuplarının sergilediği ahlaki miyopluktan söz etmiyorum bile…
Bu kaçıncı kertik yüreğe atılan bilmiyorum, yüreğimize daha kaç tane şarapnel parçası saplanacak onu da bilmiyorum…
“İçimizdeki Musalardan ne haber vardır..? İbrahimlerden.. Yusuflardan... Yoksa Musa'yı Kızıldenizde yalnız mı bıraktık..? Kendi ellerimizle mi verdik İbrahim'i nemrutlara…”diye seslenmişti Numan Arıman Filistinli çocuklara yazdığı Verâ şiirinde…
Eskiden dua ederken “Allah’ım Selahaddinleri yetiştirebilmeli, yahut Selahaddinleri yetiştirecekleri yetiştirebilmeyi nasip et derdim hep…Gökyüzünü kötü hatırlayan çocuklara gökyüzünü sevdirmeye niyetlenmiştim çünkü.Artık daha da çok çalışmalı, okumalı ve dünyayı değiştirme cehdi gösterebilmeliyiz…Ülkesinin sürgün yerlerinde bizi bekleyen çokça Verâlar var çünkü…
Tabiatta tekrar hakimdir. Herhangi bir ağaç bahar geldiğinde ben yeşermeyeceğim diyemez. Yeşermiyorsa ölüdür zaten. Hayvan ve bitkiler tabiat kanunlarına uymaya mecburdurlar. Ancak insan farklıdır. İnsanda iç güdü (nefis) ile birlikte bir de akıl vardır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özelliklerinden biri seçme, değiştirme ve inşa etme potansiyelidir. Eğer insan bu aklı iyiye kullanırsa iyi, kötüye kullanırsa kötü ahlak sahibi olur. İyiyi ve kötüyü de ahlak anlayışımız belirler. Her medeniyetin kendi ahlak anlayışı vardır. Hak-batıl mücadelesi de doğru ile yanlış ahlakın çatışmasıdır. Her hareket ve ideolojinin kendi ahlak anlayışı vardır. (Elhamdülillah ki biz İslam ahlakını benimsiyoruz. Acaba benimsiyoruz muyuz diye uyuz bir soru sorayım.Hatta biraz daha soruyu hususileştireyim; Kapitalizm de ahlaktan bağımsız bir hareket olmadığına göre Kapitalizm ahlakı Müslümanların ahlakından ne aldı diye bir soru bırakayım...) Ahlak varsa insan her istediğini yapamaz. Sınırsız özgürlük peşinde koşanlar ahlak tanımayanlardır da denebilir. Bir toplumun ahlak anlayışına ters davrananlar o toplumun huzur ve güveninin bir kısmını gasp etmiş olurlar. Bu gasp da karşılıksız bırakılmamalıdır. Bu sebepten dolayı hukuk vardır. Neyse bu mevzu uzar...
Sadettin Ökten Hoca'nın gençlerle başbaşa programından alıntılar ve üzerine zeyl diyelim...
Eyvallah teşekkür ederim.Çok istifadeli bir program. Taşları Yemek Yasak İsmet Özel’ın okuduğum en iyi kitaplarından biriydi diyebilirim.Bu zeylin çoğu da kitaba yazmaya çalıştığım incelememeden bir alıntıydı, bir gün incelemeyi de bitiririz inşallah diyelim Sadettin hocanın programda bahsettiği konulara çok güzel temasları var zira.
Bir "muhibb-i kütüb" sayesinde denk geldiğim kitap, evvela arkasındaki metin ile dikkatimi celb etti.
"Bir rivayete göre ok-umak; karşı tarafa barış için, anlaşmak adına ok göndermek, ok atmak demekmiş. Okuyan insan(…)Sulh ve sükûna erişme hayali peşinde, ok işaretleri istikametinde koşacak yahut sonsuz bir cehde, bir ictihada, bir
İnsanda bir emanet vardır, bu emanet onun kul olmayı reddetmesini mümkün kılar. İnsandan başka yaratıklar teslimiyetten ve kulluktan vazgeçebilme imkânına sahip değildirler. İşte bu farkın dışında insanı ne attan ne de taştan ayrı mütalâa etmek gereklidir. Böcekler, balıklar, sürüngenler kuşlar ve bütün diğerleri bizler gibi ümmetlerdir. İnsanı onlardan ayıran yalnızca bir "emanet'tir. Emanete ihanet etmek veya etmemekle insan öteki mahlûkâttan ayrılır veya onlardan farkı kalmaz.
Şüphesiz biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar onu yüklenmekten çekindiler ve onun sorumluluğunu yerine getirememekten korktular. Ne var ki, onu insan yüklendi. Bunca kabiliyet ve nimetlerle donatıldığı halde yüklendiği emânetin hakkını veremeyen insan ne kadar zâlim, ne kadar câhildir./Ahzap,72
Bakışlarını kendisine yönelttiği o çokluk içinde gizli halde duran birliği(varlık),noktayı(nitelik),ânı(nicelik) nasıl olur da görmez?
Görürse,görünce ve dahi görüp de nasıl şaşakalmaz?
Sizce de şaşırtıcı değil mi?
Dünya kötü bir durumdadır ve her birimiz elimizden gelenin en iyisini yapmazsak daha da kötüsü olacaktır.
Bu yüzden de uyanık olalım.İki şekilde uyanık olalım:
Auaschwitz’ten beridir insanın neler yapabileceğini biliyoruz.
Hiroşima’dan bu yana ise neyin tehlikede olduğunu…
İnsanın dünyaya karşı “uyanık” olması neyle kaimdir?..Bu minvalde“İnsanlar uykudadır,ölünce uyanırlar.”hadisinden nasıl bir hisse almalıyız?…
Uyanık olma hali yazara göre hayata dair bir “anlam istencinin” giderilmesi ile mümkün.Psikolojik rahatsızlıkların temelini teşkil eden nevrozun asıl sebebinin de insanların “anlam”dan yoksun olmalarıdır diyor yazarımız.Nitekim II.Dünya Savaşının Yahudi Toplama Kamplarından kendisini hayata bağlayan şeyin de bu olduğunu dile getirir.Bana kalırsa Viktor Frankl “…ölmeden önce uyanabilmeyi” başarabilenlerdendir.
Hayatın trajik yönleri olarak nitelendirebileceğimiz “acı,suçluluk ve ölüm”karşısında,yaşamın temel motivasyonu olan “anlamı bulabilmektir” esas gâye…Ve bunu gerçekleştirmenin yolu, “haz ve arzuları tatmin etmekten” geçmediğini, aksine “anlam” yönelimi biten insanın haz aramaya yöneldiğini görüyoruz.Bilhassa “no future” gençlerindeki “alkol,sigara,madde ve ekran bağımlılıklarını” bir düşünün…Sahiden ‘yüreği soğuyanın savaşı bitiyormuş’ gibi değil mi?..Sanki
‘yüreği soğuyan’ herkes, uykuya dalıyormuş gibi…
Belki çok tezad gelecek ama,ancak ölünce uyanılan bir uyku bu…
İnsanın psikolojik ve fenemonolojik açıdan yitirdiği
“anlam hissi” varoluşsal gâyemizi teşkil ediyor.
Evet,ayeti kerimede buyurulduğu gibi “insan hüsrandadır…”ancak asıl mesele; kişioğlunun hüsranındaki necâtını bulup, ‘uyanma’sıdır…
Bize düşen varlığımızın derinlerinde özlem duyduğumuz şeyleri yakalamak,iyinin takipçisi olmak ve ‘yaşıyor olmanın savaşıyor olmaktan başka bir şey olmadığını’ kesbetmektir…