İnsanın kabuksuz mevsimi, ham mevsimi, dikenli mevsimi, tadında mevsimi, ve kart mevsimi vardır. Ama bunlar kırkına kadar pek de olmaz , acele etme, olmak kolay mı, en zor şey, kaç kişi ne olabilmiş?
Şimdi görüyorsun aptallar cem oluyor, bunca aptala da lisan-ı münasipten bir büyük gavat lazım, her cem olmuş ahmağın zaman zaman sürü başına geçmesine müsaade eden, her aklı akıldan sayan bir devir geliyor. Bunlar boğulduğunda denizler yeniden mercanlara, balina taze yemeğine, ahtapot sımsıkı saracağı yar-ı garına kavuşacak.
“Bıktım ayrıca bu ahret isteyip durup dünya malına sahip olana düşman olanlardan da, madem o kadar inanıyorsun sıranı bekle,” diye başladı. “Hem belki ben bunları ahreti satışa çıkarıp aldım, değil mi, aldım işte,” deyip hiçbir şey dememiş gibi susmuştu.
Allah bu kadar keşfedilmemiş olmayı acaba affeder miydi? Af gibi bir şeyde, yani bilinmemeyi, maddesine ulaşamamayı, kendi içinde seyir seyran edememeyi ne bertaraf edecekti. Allah, günahı fazla yemek zannedeni ne yapacaktı?
Çık kendinin de üstündeki o seyir tepesine doyasıya temaşa et, hem kendine de daha iyi bakmış olursun hem bu seyir sana yine de öyle deliller öyle tanıklıklar verecek ki seni en sevmeyen ve küçültmeye uğraşan bile aslında çekinecek. Sen bakacak bakacaksın, dünya da zaten yapılacak olanı yapma ve sonra da kendin dahil her şeyi bir başkası imiş gibi seyretme yeridir. Zaten kendiyle tevhit edemeyen herkes başkasıdır.
Olmamayı hayal ediyordu, olmayı reddetmeyi hayal ediyordu. En yüksek hayali buydu. Yüksekti çünkü olmuş hali bile küçümsenecekti. En olgun haline çürük denecekti. Onu düşmemiş değil, kimse uzanıp almamış sayacaklardı.
Müzik kulağı gibi bir de duyuş kulağı vardı herhalde. Bazıları galiba bunları duyacak şekilde yetişiyordu, sinirli bir anne ya da takdirsiz bir baba kişinin kulağını açıyordu. Bir kez açılmış kulaktan da başkalarının duymak istemeyip kulak dışarı ettikleri, vehimler, zanlar, akar gibi oluk oluk giriyor, içeri girenlerin kalabalığından bazen kulak girişi tıkanır gibi oluyordu.
“Acıtma yalnızca kuramsal bir şeydir, Quentin,” dedi Deborah. “Asıl acıtan şey, kendinden başka herkesin yaşamını yönlendiren güçlerce tekmeleyip dışlanmak, yıllarca deli olarak yaşamak, kimseye bir şeyi anlatıp kendine inandıramamak.
Bir kitap açık olduğunda konuşan bir beyin, kapalı olduğunda beklemede olan bir arkadaş, unutulduğunda bağışlayan bir ruh, yok edildiğinde ağlayan bir yürektir. ~Tagore~
Kendi merkezi etrafında her gün biraz daha süratle dönmekten başka bir şey yapmayan insan, atlıkarıncada gözlerini kapayan çocuğun kilometrelerce uzaklara gitmesi hayaline benzer bir ilerleme vehmi içindedir.