Dizilerde de hep böyle oluyor. Başrol oyuncusu bir şey unutup bir yere geri döndü mü kesin başına bir şey gelir. İşte, televizyonda başına bir şey geldi mi başrol oluyorsun, hayatta başına bir şey geldi mi figüran. Ben de figüranmışım, ilk o gün anladım.
Mesela ben dayak yedim diye karakola gitsem, biriniz şahitliğe gelmezsiniz, niye? E aile meselesi ne de olsa, yarın öbür gün ben kocamla iyi olurum, hatta size, "Sana ne be, kocam değil mi, döver de sever de," bile derim de, siz kötü olursunuz di mi?
Siz karışmazsınız. Bana üzülürsünüz tabii ama taraf tutmasınız... Öyle de bir tutarsınız ki: Ben zulüm çekerken susuyorsanız, kocamın tarafındasınız. Siz, erkek tarafısınız. Amaan, benim babam bile özbeöz babamken, kız tarafı değil erkek tarafıydı.
O insafsız gösteriyi her seyredişinde, aldığı dersi tekrar tekrar hatırladı Buck: Sopa kimdeyse yasa odur. Gönlü hoş edilmese bile, boyun eğilmesi gereken bir efendidir.
Nihayet siz de teslim ediyorsunuz ki, ölümü düşünmekte hakkım varmış. Şu güneşe, şu ağaçlara, uzakta gözüken şu denize bakınız Doktor Bey. Benim kadar başı dara gelmeyen bir insan, kendi gönlünün rızasıyla bu güzel şeylerden ayrılmak ister mi?
Ah Çalıkuşu, ah Feride... Bu kitaba başlarken aklımın ucundan bile geçmezdi sana bu kadar hayran kalacağım, bağlanacağım. Aslında çoğu kitapta böyle olur, birilerinin tavsiyesiyle, arka yazının ilgi çekiciliğiyle başlarsın kitaba. Kitapta kendinden bir şey bulabilirsen o kitaba, karaktere aşkla bağlanırsın. Kendinden bir şey bulamazsan da "Güzel kitaptı." veya "Beğenmedim." der geçersin. Sen yorumunu yapıp geçebileceğim, güzel kelimesiyle sınırlandırabileceğim bir kitap asla değilsin. Ve ben çok mutluyum kendimi bir kitap karakterine bu kadar yakın hissettiğim ve hikayesini soluksuz okuduğum için.
Duygularım bu kadarıyla bitmiyor, kelimeler kifayetsiz kalıyor olsa da kitabın konusundan bahsedeyim. Feride, Fransız Lisesi mezunu genç bir kızdır ve büyük bir hayal kırıklığı sonrası nişanlısını, ailesini terkeder; Anadolu'da öğretmenlik yapmaya başlar. Daha sonra farklı farklı yerlere gider ve farklı tecrübeler edinir. İnsanların kötü kalpliliğini, nankörlüklerini, sapıklıklarını, ikiyüzlülüğünü burada açıkça yaşayarak görür. Ve bizi tüm içtenliği ve doğallığıyla kusursuz bir şekilde yaşadıklarına ve hislerine şahit eder.
Reşat Nuri Güntekin'den en son acımak romanını okumuştum ve anladım ki bu yazar beni gerçekten derinden etkileyen bir güce sahip. Feride, Munise, Kamran, Hayrullah... Ömrüm boyunca unutamayacağım karakterler arasına daha kitabı bitirmeden girdiniz.
Bu kitabı tavsiye eder miy... Bu konu hakkında konuşmamın oldukça lüzumsuz olduğu aşikar. Hiç tanımadığım birine tek bir kitap tavsiye etmem gerekse - konusu ve türüne göre - şüphesiz bu kitabı seçerdim...
Ah, bu erkekler! Hepsinde aynı gurur, aynı kendini beğeniş. Bizim de bir kalbimiz olduğunu, bizim de "mutlaka" isteyecek bir şeyimiz olabileceğini, bir türlü akıllarına getirmek istemiyorlar.
Sör Aleksi'nin hiç dilinden düşürmediği bir söz vardı: "Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şefkat var gibidir. Şikâyet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar."