"Dünya ahlak üzerine kuruludur. Ahlak olmasa ortada dünya denecek bir şey kalmaz. Elementlerin kendisinde bile bir çeşit doğruluk yer almaktadır. Ahlakı ortadan kaldırdın mı yerçekimi diye bir şey kalmaz. Taşlar, kayalar bile paramparça olur. Tüm yıldız sistemi buharlaşıp akıl almaz bir kaosa sürüklenir."
..."Zaten bütün ahlakçılar kaçık damgası yemiştir," diyerek atıldı. "Daha doğrusu, dönemlerinin sıradan insanları tarafından kaçık diye nitelendirilmişlerdir. Saygıdeğer hiçbir ahlakçı, inançlarına aykırı davranışlarda bulunamaz. Gerçek ahlak düşkünlerinin tümü çarmıha gerilmeyi, şehit olmayı memnuniyetle kabul etmiştir. Öğretilerini daha güçlü kılmanın tek yolu da budur. İnanç diyorum! Başka da bir şey değil! Bu insanlar kendilerinden bekleneni yapmışlardır. Tasavvur ettikleri doğruya inanmışlardır. İnsana ait düşüncelerin ölümsüz doğruluğu karşılığında insan hayatının değeri nedir ki? Hayatında ahlak timsali olarak hareket etmiyorsan ahlak kuralları boşunadır. Bizler öğretilerini hayatlarında uygulamama cüretini gösteren öğretmenlerden miyiz yoksa?"
Herkes aşık olunca acı çekiyor, iç geçiriyor, gözyaşı döküyor ve zavallı hayallerin peşine düşüyor madem, bizim elimizden de bir şey gelmez. Gerçek aşıklar bu acıları çekmeye mahkumlar madem, o zaman biz de birbirimize sabırlı olmayı öğretelim..
"Günün sonunda, ister geçmişe dönmüş olun ister geleceğe gidin, şimdiki zaman değişmiyor. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor: O halde o sandalyenin ne anlamı var?"
"Şimdiki zaman değişmemişti ama bu iki kişi değişmişti."
...İrfan'ın böyle bahtiyarca tesadüflerden sonra uğradığı sevdalardan, çektiği üzüntülerden, azaplardan, bütün bu asabi, hayali hazlardan, işkencelerden kimsenin haberi yoktu. Hep kendi kendine gelin güveyi oluyordu. Yirmi iki yaşına kadar itirafsız sevdalar, karşılık görmeyen ahlar, inlemeler, gözyaşları, açık bir hakikate yöneltilmeyen tapınışlarla yorulmuş, delice denecek hayaller arkasından koşmuştu. Aşk konusunda pek mahcup ve çaresizdi. Daima böyle hayallere aşık oluyor...