“... Kaçıncı gündü hatırlamıyorum. Falaka ve dayaktan sonra kaldırıp başka bir odaya aldılar. Üzerimdeki her şeyi çıkarmamı istediler. Sonra buz gibi bir suyla yıkadılar. Soğuktan uyuşmuştum. Hemen arkasından da elektrikli işkenceye geçtiler. Odada başka biri daha var. Tanıyorum çocuğu. Ürgüplü. Onu da soymuşlar. Her ikimizin de cinsel organına kabloları bağladılar. Açık uçlu diğer kabloyu da avucumuzun içine yerleştirdiler. Manyetoyla elektrik verecekler. Ne yapacağımızı da baştan tembihlediler. Elektriği verdiklerinde ben “aaa” diye bağıracaktım, arkadaşıma sıra geldiğinde o da “iii” diye bağıracaktı. Bizi anırtacaklardı yani.” Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur. Yapıp ettikleri her şey, arkadaşlarımın namuslu avuçlarında kayboldu gitti işte. Şimdi onlara, bir baykuş gibi tünedikleri sandalyelerinde, susarak kurtulacaklarını zannettikleri bir vicdan ve bitirmeye çalıştıkları zavallı bir ömür kaldı.
Saf gelin hikayesi
“Saf Gelin'in kim olduğunu bilmemelerine rağmen, kasaba gençlerinin, bir araya geldiklerinde ondan söz etmemeleri görülmüş değildi. Birbirlerine, sabah akşam, içleri gıcıklanarak Saf Gelin hikâyesi anlatırlardı.” Saf Gelin on beş yaşına kadar, dünyanın bütün kötülüklerinden korunarak ve evde nadide bir çiçek gibi saklanarak, hiçbir şeyden
Reklam
''Peki burçlarınız ne?" diye sordu Nisan, "Ne zaman doğdunuz?" "7 Ekim." diye mırıldandım, "Terazi burcuyum ben.'' "Gerçekten mi?" dedi bir anda heyecanla, "Ben de terazi burcuyum! 1 Ekim'de doğdum." "Aaa!" dedim yapmacık bir şaşkınlıkla, "İnanlmaz.'' Masada ufak bir gülüşme olduktan sonra Eren söze girdi. "İşin garip yanı ben de terazi burcuyum." dedi Eren, "21 Ekim'de doğdum." Eren'e şaşkınlıkla baktığım sırada elini kaldıran Bulut söze girdi, "19 Ekim." dedi şaşkınlıkla. "Uraz?" diyen Nisan dehşet içinde Uraz'dan gelecek cevabı bekliyordu. "11." dedi Uraz ve biz merakla beklerken ekledi, "Ekim. "Şaka filan mı bu?" dedi Nisan eli kalbinde. "Ne bu Terazi Burçlarını Toplama ve Yok Etme Kampı mı? Böyle bir örgütün eline mi düştük?"
Fıtık Amca, o dolaylardaki sinemalarda oynayan bütün filmleri seyredip “Hazret-i Ömer’in Adaleti” adlı yerli filmi uygun bulup karısına o filmi görebileceğini söylüyor. Necmiye... Genç kadının adı. Gidiyor sinemaya... Fıtık Amcanın içi pırpır... Ertesi akşam erkenden eve dönüyor. Oh, çok şükür Necmiye evde. — Necmiyaa? — Efendim. — Ne yaptın ben
Sayfa 18 - Du Bakali N’olecakKitabı okudu
Bunu paylaşmasam olmaz..
12 Eylül, kralın askerlerinin mesaiye başladıkları ilk gündü. Epeydir hazırlandıkları belliydi. Ormanda sürek avına çıkmış gibi kovaladılar hepimizi. Köpekleri ve silahlarıyla. Arkada kalanlarımızı, ayağı takılanları, yorulanları birer birer vurdular. Zalim bir sakinlikle. Kaçamayanlarımızı sıkıştırıp bir köşeye, canlı yakaladılar. Zincir, demir, sopa ve kablolarıyla kendi alçaklık sınırlarını test ettiler. Sağ kalanların daha sonra anlattığı binlerce hikâyeden biri de Avanoslu bir kardeşimindi: “... Kaçıncı gündü hatırlamıyorum. Falaka ve dayaktan sonra kaldırıp başka bir odaya aldılar. Üzerimdeki her şeyi çıkarmamı istediler. Sonra buz gibi bir suyla yıkadılar. Soğuktan uyuşmuştum. Hemen arkasından da elektrikli işkenceye geçtiler. Odada başka biri daha var. Tanıyorum çocuğu. Ürgüplü. Onu da soymuşlar. Her ikimizin de cinsel organına kabloları bağladılar. Açık uçlu diğer kabloyu da avucumuzun içine yerleştirdiler. Manyetoyla elektrik verecekler. Ne yapacağımızı da baştan tembihlediler. Elektriği verdiklerinde ben “aaa” diye bağıracaktım, arkadaşıma sıra geldiğinde o da “iii” diye bağıracaktı. Bizi anırtacaklardı yani.” Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur. Yapıp ettikleri her şey, arkadaşlarımın namuslu avuçlarında kayboldu gitti işte. Şimdi onlara, bir baykuş gibi tünedikleri sandalyelerinde, susarak kurtulacaklarını zannettikleri bir vicdan ve bitirmeye çalıştıkları zavallı bir ömür kaldı.
Kalbimiz avucumuzdadır..
Aaa ben :D
Keşfettiğim şeyi Ethan’ a söylemenin tam sırasıydı. Ona söylememem için hiçbir neden yoktu. Ama Ethan bu kasetleri dinlememi istemeyecekti. Beni ilgilendirmediklerini söyleyecekti — hep her şeye burnumu sokmamdan yakınırdı. Aslında hiç de öyle biri değildim, sadece doğuştan meraklıyım . Bunun nesi yanlıştı?
Sayfa 55
Reklam
67. Taş, Kağıt, Makas (Aaa! baştaki şapşallığı ben de yapıyordum...)
İnsanların gerçekten rastgele seriler yaratmadaki beceriksizlikleri meşhurdur. Örneğin çok sık el işareti değiştirme, (gerçekten rastgele bir seride oldukça sık gerçekleşmesi gerekenin aksine) art arda iki ya da üç kez aynı el işaretini yapmaktan kaçınma eğilimindedirler. Gerçekten örüntüsüz seriler yaratmaya yönelik kendi gelişigüzel çabanızın başarısızlığa mahkum olduğunu bildiğinizden daha iyi bir strateji düşünmelisiniz: Kütüphaneden (ya da internetten) rastgele sayılardan oluşan bir dizi alın. Parmağınızı bu dizideki bir yere urastgelen koyun ve sonraki 100 haneyi not edin. Örneğin tüm O'ları atın, sonra da her bir 1, 2 ya da 3'ün yerine "T" (yani taş), her 4, 5 ve 6'nın yerine "K" (yani kağıt), her 7, 8 ve 9'un yerine de "M" (yani makas) koyun. Bu size yaklaşık 90 hamlelik bir dizi sağlayacaktır (zira yaklaşık on O'ı attınız), bu da bir maç için yeterli olacaktır. Artık oynamaya hazırsınız; temel kuralsa bariz: Listenizi saklı tutun. Eğer rakibiniz listeyi göz ucuyla bile görürse tümüyle onun insafına kaldınız demektir. Deyim yerindeyse sizi kaz gibi yolacaktır. Öte yandan listenize ulaşma ihtimali yoksa sizin ne yapacağınızı tahmin etmeye, düşünce hattınızı öngörmeye çalışmak zorunda kalacaktır. (Kısacası size, davranışını listenizden kolaylıkla okuyabileceği basit bir mekanizma gibi davranmak yerine istemsel perspektiften hareket edip akıl yürütme biçiminize dair akıl yürütecektir.)
Sayfa 344 - AlfaKitabı okudu
Masada On Üçüncü Olmak
GREGERS - Siz haklıysanız ve ben haksızsam eğer, hayat hiç de yaşamaya değmez demektir. RELLING - Ah ah, hayat yine de güzel olabilirdi. Biz zavallı insanların, evlerimizin içine kadar giren şu harika yobaz kafalılar, böyle ideal çağrılarıyla, rahatlarımızı bozmasalardı. GREGERS - (Önüne yere bakar) Demek ki, böylece hayattaki rolümün belirlenmiş olmasına sevinmem gerekiyor. RELLING - İzninizle, hayattaki rolünüzün ne olduğunu sorabilir miyim? GREGERS - (Gitmeye hazırlanmaktadır) Masada on üçüncü olmak. RELLING - Aaa, buna ancak şeytan inanır!
"Dur da önce bir nefes alayım." Remy viskisini yudumlarken kadehindeki buzlar şıngırdadı. "Neden bana aldığın kıyafetleri göstermiyorsun?" diye gülümsedi ona. Zandra sırıtarak, "Senin aldığın kıyafetleri mi demek istiyorsun?" diye hatırlattı çünkü Zandra kendi alışveri­ şini kendi yapmak için her türlü imkâna
Sayfa 311
Bir kibrit de ben çaktım, pembenin saf alkoloidken hükmettiği, kısır şair edatlarında. akrabadır rus ruleti ile İslamiyet, aynı evin ayrı odalarında aynaları ayrışık — amcamla tanışmış mıydınız? aaa! ne şık! topluca ibadetten dönüyor cehalet ve hıyanet — ya teyzemle? teyzeniz ne çok eskimiş öyle o: kapkara peçenin altında ağulu bir karafatma — irtica problemini çözmek için karatahtada kaldırılmış parmaklardı minareler - dayınızı hiç sevmedim açıkçası fes püskülünü anımsattı bana, osmanlı uygarlığı tonlamasıyla iğri misafir.
Reklam
Kitapları okuyanlarla değil kitapları yaşatanlarla tanışacağım ben
“Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım.Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer.” Buna benzer sözlere denk gelince inanmıştım sonra bu inancın hayal kırıklığına da yaşamıştım. Sonra buna inandığım için kendime kızmıştım. Lisede çoğu zaman klasik okuyan kuzenim (çocukluk arkadaşım) vardı. Klasikler hayatla iç içe
Aaa Zaaaaadeeee ^_^
-“Bütün dünyam senin etrafında dönüyor. Naneli çikolata parçacıklı istiyorsan ben de öyle istiyorum.” -“Beğendin mi ki?” -“Seni beğeniyorum, bu sayılır mı?”
Sayfa 232 - LapisKitabı okudu
Aaa bu ben!...Diğerlerini bilmem de salı günü işe başlanmaz :)
Cumartesiler uğursuzdur. Salı günü işe başlamaz. Ayın son çarşambasını sayar.
Sayfa 19 - Türkiye İş Bankası Kültür Y. , Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Engin KılıçKitabı okudu
" ... Kaçıncı gündü hatırlamıyorum. Falaka ve dayaktan sonra kaldırıp başka bir odaya aldılar. Üzerimdeki her şeyi çıkarmamı istediler. Sonra buz gibi bir suyla yıkadılar. Soğuktan uyuşmuştum. Hemen arkasından da elektrikli işkenceye geçtiler. Odada başka biri daha var. Tanıyorum çocuğu. Ürgüplü. Onu da soymuşlar. Her ikimizin de cinsel organına kabloları bağladılar. Açık uçlu diğer kabloyu da avucumuzun içine yerleştirdiler. Manyetoyla elektrik verecekler. Ne yapacağımızı da baştan tembihlediler. Elektriği verdiklerinde ben "aaa" diye bağıracaktım, arkadaşıma sıra geldiğinde o da "iii" diye bağıracaktı. Bizi anırtacaklardı yani." Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur. Yapıp ettikleri her şey, arkadaşlarımın namuslu avuçlarında kayboldu gitti işte. Şimdi onlara, bir baykuş gibi tünedikleri sandalyelerinde, susarak kurtulacaklarını zannettikleri bir vicdan ve bitirmeye çalıştıkları zavallı bir ömür kaldı.
Sayfa 97 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
Aaa:)) olur mu öyle şey cağnım
Beddua mı etmişler ne klozete oturunca sanki fareler yiyecek kıçımı. Onlar benim kıçımı yesin de diyemiyorum bir yerlerse kıçsız kalırım, sonra ben n'aparım?