Bu duruma bilmeden neden olan Baron, gözü ondan başkasını görmeyen bu kadının tuhaf değişimini en az fark eden kişiydi; öyle ya, kim dönüp kendi gölgesine bakardı ki? Gölgesinin sadakatle sürünerek ve sessizce adımlarının arkasından geldiğini hissederdi insan, bazen bilincine varmadığı bir dilek gibi önünden acele ettiğini de bilirdi, ama gölgenin parodi yaparcasına aldığı biçimleri gözlemlemeye ve bu çarpıtılmış şekillerin içinden kendi varlığını seçmeye çalışması çok nadirdi.
Zaman geçtikçe yaşanırken, beklemeyi nasıl öğrenelim, bir gecede ölüp giderken nasıl sabredelim, zaman sönmeyen ateşiyle peşimizdeyken nasıl yanmayalım, ölüm arkamızdan koşarken nasıl acele etmeyelim?
Hep senin etrafın- daydım, hep gergin ve hareketliydim; ama sen beni ancak cebinde taşıdığın ve karanlıkta sabırla senin saatlerini sayıp ölçen, yollarında sana duyulmayan nabız atışlarıyla eşlik eden ve senin acele bakışları- nın saniyelerin tik taklarının ancak milyonda birinde yöneldiği saatin yayının gerginliğini hissettiğin kadar hissedebiliyordun.
10 Ağustos Conkbayırı Savaşı üzerine Mustafa Kemal not defterinde diyor ki: "Bütün geceyi pek rahatsız ve uykusuz geçirdim. Bir yandan Anafartalar bölgesinden gelen raporlar ve hele yanlış, fakat önemli haberler beni uğraştırdığı gibi, bir yandan da önceki günlerin kötü olaylarında birliğini, âmirini kaybetmiş komutanların doğrudan doğruya bana başvurmaları bir dakika bile dinlenmeye imkân bırakmadı.
...
Fecir olmak üzere idi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum...
...
"Askerler! Karşınızdaki düşmanı yeneceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim. Size kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.
Sayfa 38 - "Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki | Ve her şeyin bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki | Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek."Kitabı okuyor
Pencereden sokağa bakarken tuhaf düşüncelere kapılıyordu. Kör bir koşuşturma içindeki insanları, mutlu bir dalgınlık içinde geçip giden sevgilileri, sonra tekrar aceleci delikanlıları, telaşla geçen bisikletlileri, tekerlerini vınlatarak hız yapan arabaları, günün ve sıradanlığın görüntülerini seyrediyordu. Hepsi de Erika'ya o kadar yabancıydı ki. Bütün bu mahlukların, bütün hedefler o kadar küçük ve bayağıyken niçin böylesine acele edip itiştiklerini ve telaşla koşturduklarını anlamıyormuş gibi uzaklardan, başka bir dünyadan bakıyordu onlara. Bütün tutkuların ve özlemlerin yörüngesinde uyuduğu, bütün hastalıkların ve çirkinliklerin, gizil güçler barındıran tatlı suyunun içinde bir atık tabakası gibi çözülüp gittiği mucizevi bir kaynağa benzeyen o büyük huzurdan daha bereketli ve mutluluk verici bir şey olabilir miydi sanki. O halde bütün bu kavgalar ve kazanma çabaları niyeydi? O halde kimseyi azat etmeye yanaşmayan ve asla yorulmak bilmeyen bu yakıcı özlem niyeydi?
*Hayır, yabancı olmak beni zor duruma düşürmüyordu, hatta memleketimden ayrı olduğum için gayet mutluydum. Tabii bazen toprağımı özlüyordum.
^Fakat baba ocağını değil. Aslında oraya kavuşmak için hiç acele etmiyordum.
Devamı yorumda
Soğuk umutsuzluğun zehirli sevincini öğrenmiştim; bütün bir sabah boyunca hiç acele etmeden, yatağımda yatarken doğduğum güne ve saate küfretmenin tadını almıştım.
Öte yandan din büyükleri şöyle demişlerdir: " Acele şeytandan, sükûnet rahmandandır. "
Henüz yapılmamış bir şeyi yapmaya elde fırsat vardır, oysa yapılmışa çare bulunmaz.