Bir âciz îtirâfı olarak söylemek durumundayız ki, bir âciz kul olarak bize düşen de, "Peygamberimiz gibi" ibâdet etmek değil, "O'nun tarzında" ibâdet etmektir. Netice îtibâriyle, yapamıyacaklarımızın mâzereti ile avunma gevşekliğinde değil, kendi şart ve imkânlarımızı iyi değerlendirip, yapabileceklerimizin gayreti içinde olmaktır:
O, Allah yolunda "her şeyini" vermişse, biz de "bir şeyimizi" verelim; ama verelim!.
O, ayaklarına kara su ininceye kadar namaz kılmışsa, biz de fazla yorulmayacak kadar kılalım; ama yüzümüz kıbleye dönsün, alnımız secdeye değsin!.
O, bütün bir insanlığı düşünmüşse, biz de hiç olmazsa kendimizi, çevremizi, vatanımızı, milletimizi düşünelim; ama düşünelim!.
O, insanlar için zararlı olan bir dağı kaldırmışsa, biz de bir çöpü kaldıralım; ama yeter ki kaldıralım!.
O, ne kadar iyi, güzel, doğru ve faydalı "büyük işler" yapmışsa; biz de iyi, güzel, doğru ve faydalı olan "küçük işler"in ucundan tutalım; yeter ki O'nun yolunun emekleyen bir yolcusu olalım!.
Ne, en mükemmeli yapamıyoruz diye karamsar; ne de, yaptıklarımızın gurûru ile aşırı iyimser olalım. Yerine göre ağlamasını da gülmesini de, sevinmesini de üzülmesini de bilen; varlıkla yokluk, açlıkla tokluk karşısında karakter değiştirmeyen ve kulluk yolunda hedefe doğru mesâfe alma gayreti içinde olan insanlar olalım.
Öylesine kulların oluşturduğu bu dünya, Cennet'e açılan bir kapı olur; ucu Cehennem'e varan bir dehliz değil!.