Ruh heyecan verici duygudan yoksun kalırsa, insanla hayvan arasında bile demiyorum, insanla ağaç kütüğü, bir kaya veya bu cins bir şey arasında ne fark kalır?
ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYESİ
I.
Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı
İmdat! Eyvahlar olsun! Bu cihanın bir yanı yıkıldı;
Jack Kerouac Kendini Anlatıyor
Ben hayatım boyunca pranga mahkûmiyetlerinden kaçan köksüz bir ağaç oldum. Ne durmayı ne de aynı yolu ileri geri kat etmeyi severim. Bana sorarsanız, gerçek yaşam hiç durmadan dosdoğru denize doğru gitmektir. Öyküler söylemek, öyküler dinlemek, öyküler yaşamak…
Benim öyküm de onlardan biri. Her zaman gizlice
(Söz konusu olan kişi, kaza eseri ölümsüz olmuş bir kimse.)
Başlangıçta her şey eğlenceli idi. Tehlikeli yaşayarak, riskler alarak, yüksek kazançlı uzun dönem yatırımlardan büyük kârlar elde ederek ve en önemlisi de herkesten daha uzun yaşayarak gününü gün ediyordu.
Ama sonunda, Pazar öğleden sonraları, saat 2.55’den itibaren, o gün yapılabilecek gerekli tüm banyoların yapıldığını, gazetelerdeki herhangi bir paragrafa ne kadar uzun bakarsan bak okuyamayacağını ya da sütunlardan birinde önerilen devrim yaratacak yeni ağaç budama tekniğini hiçbir zaman kullanmayacağını, saatin akreple yelkovanının durup dinlenmeksizin dörde doğru ilerlediğini ve az sonra ruhun o uzun karanlık çay saatinin başlayacağını fark ettikten sonra, üzerine çöken o korkunç huzursuzluk hissiyle başa çıkamaz olmuştu.
Zaman makinesi olsaydı ve kendi gençliğime, mesela 17 yaşıma, dönseydim, kendime şunları söylerdim;
papatyakokulummm:
“En önemli şey aşk. Onu doya doya yaşa bu bir.
Ne yapmayı sevdiğini bul. ve sonra o sevdiğin şeyi yapabiliyor musun ona bak. Yapamıyorsan, boşuna enerjini tüketme, yapabilenler yapsın. Yapıyorsan, dünyanın en şanslı insanlarından
Tavsiye üzerine aldığım ve 6-7 aydır okumayı ertelediğim bir kitap. Yazarın üslubundan mıdır yoksa çeviri hatasından mı kaynaklı anlayamadığım şekilde cümleleri oldukça basit ve hatalı buldum. İlk başta üslubunu yadırgasam da içerik bakımından sayfalar ilerledikçe git gide bağlanmama vesile oldu. Öksüz ve yetim kalan 5 yaşındaki çocuğun gözünden, kızılderili Büyükbaba ve Büyükanne tarafından doğa şartlarında yetiştirilişi anlatılıyor. Dönemde işleyen sisteme farklı noktadan bakarak oldukça gerçekçi eleştirilerde bulunulmuş, özellikle Büyükbabanın özlü sözleri altı çizilesi.
İnsanlar doğayla iç içe yaşayarak sivrilikleri törpüleniyor, törpülenme seçeneği bulunmayanların ölümüne sebep oluyor. Fakat günümüzde sistem tüm insanları barındırmayı amaçladığından, birlikte olmanın gerektirdiği problemlerin ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. Sonra sistem zapt edemez hale gelip gaddarlaşıyor. Sonuç insanların kafalarında dahi barındırdığı küçük cehennnemler birliktelikle oluşan büyük cehennemler...
Hazırakonmuşluk ilkelliğimizin göstergesi değil midir ?
Bülbülü Öldürmek kitabını sevdiyseniz bu kitabı da seveceğinizden eminim. Keyifle okumanızı dilerim.
Düşen yapraklara düşünmeden bakınca sadece düşüyorlar. Biraz düşününce üzerine, hayat, ayrılıklar ve yeniden kavuşmakla ilgili her şeyi anlatıyorlar sana.
-Hiçbir şeyden kuşkulanmak istemem ama, Dimitri, bu karanlık nereden kaynaklanıyor? Nedir ölçüsü bu karanlığın? Yeryüzünde, yapacağı kötülük nereye dek varabilir? İşte bu yüzden zaman zaman insanın kötürüm olduğu kuşkusu düşüyor içime. Tüm beynimdekilerin yarım olduğu kuşkusu. Bir an geliyor, herşeyi kırıp geçiren bu güçleri bütün dünyanın üzerine gerilmiş ateşten bir örtü gibi görüyorum. Özgürlük, adalet, barış? Yoktur bu denli sulanan başka ağaç. Nerede çiçekleri? Nerede ürünleri?
İhsan Oktay Onar'ın bu muhteşem kitabında tek eksik olan bir sözlük. Bu kitap kelime dağarcığınızı geliştiriyor...
İhsan bey'in bu kadar kelimeyi nasıl öğrendiğini merak ediyorum doğrusu. Bir elimde kitap, Bir elimde tablet. Tableti sözlük olarak kullanıyorum. Şu an itibari ile 10 sayfalık bir sözlüğüm oldu. Bu sebeple bu kitabı bitirmek öyle
KARADUTUM ŞİİRİNİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ .....
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı:
“Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım,