En merak ettiğim kitapların başında gelen Otomatik Portakal'ı okuyup bitirdim nihayet. Bir takım eleştiriler vardı kitap hakkında. Yorumlardan okuduğum eleştirilerden biri kitapta anlatılanların oldukça vahşice ve dehşet dolu olduğuydu. Bu eleştiriye katılmamak mümkün değil. Öyle ki gündüz okuluna giden, ayrıca tüm kurallara uyan bu gençlerin, akşam olduğunda serinkanlıca işlenen cinayetlere, insanın tüylerini diken diken eden taciz ve tecavüzlere, alışkanlık haline gelen günlük sıradan bir olaymış gibi gerçekleştirdikleri gasp ve soygunlara imza atmaları kabullenecek olaylar değil tabiki. Aslına bakarsanız kitaptaki hiçbir karakter iyi değil. İyi görünenlerin bile içten içe kendi çıkarlarını gözettikleri kötü insanlar olduğu gerçeği var kitapta. Bu anlamda yazarın konuyu işleyişi, karakterlere hakimiyeti, dili ve özgünlüğü oldukça başarılıydı. Özellikle kobayın koşullanma sürecinde psikolojik işkenceye maruz kaldığı bir sahne vardı ki, bu sahneyi yazarlığın Nirvana'sı, Pele'si gibi düşünebilirsiniz. Yazar anlatırken anlatılanları yaşıyorsunuz adeta. İçinizi ürpertiyor okurken.Peki kitabın adı neden Otomatik Portakal gibi farklı bir isim? İşte bu sorunun cevabı kitabın bel kemiğini oluşturuyor. İçi ironilerle dolu bir kitap. En ilginç bulduğum nokta şu oldu; kahramanın suç işlerken veya suçu düşünürken klasik müzik dinlemesi. Suç kayıtları hatırı sayılır derecede kabarık olan bu gencin tam tersi rahatlatıcı, dinlendirici, seratonin arttırıcı özelliği olan klasik müziğe bu denli hayran oluşu gerçekten düşündürücü. Mutlaka okumalısınız.