“Ne oldu bize böyle?” dedi... (...)
“Bana kalırsa, asla olamayacağınız bir şeyi, yani aklı başında birinin arzu etmeyeceği bir şeyi olmaya, Avrupalı olmaya çalışıyorsunuz” diye sözünü kesince, şu cevabı verdi: “Hayır, o değil. Sebep, evlerde, özel hayatımızda yaşadığımız kötü hayattır. Bizim Türk kadınını bir bilseniz –cahilliklerini, kibirlerini, dar kafalılıklarını!...”
Onlar hakkında ben de bir şeyler biliyordum, onun söylediklerinden daha çoğunu duymuştum. Onları genelde sevimli, itaatkâr fakat ince ruhlu, Batının kadınlarından daha az darkafalı biliyordum, ama sözünü kesmek istemedim.
“Bizim de sizin gibi aydın, tahsilli, zarif, bizi anlayan, bizim aydınca ilgilerimize, meraklarımıza katılan eşlerimiz olsaydı, biz de erkek olabilirdik.
(...)
Bu adam bugünün güzel Türk hanımlarının hemencecik çuvallara konup boğulmalarını, onların yerine İngiliz kadınlarını ithal etmeyi mi düşünüyordu?
“Ya dinimiz! Ne kadar cahilce, ne kadar geri kalmış! Ne zaman ilerleme aramışsak bizi engellemiş. Bir Luther’e şiddetle ihtiyacımız var. Bütün hukuk sistemimiz eski ve engelleyici. Hükümetimiz çocukça ve Avrupa’nın maskarası. Bizi ancak siz kurtarırsınız, efendim. A’dan Z’ye çürümüşüz biz, itibarımız kalmamış bitmişiz.”
Ben, gülerek, İngiltere’de de çok sayıda insanın aynı şeyleri düşündüğünü söyleyince daha da canı sıkıldı; galiba o yüzden trende yanımda oturmaktan vazgeçti.