Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çok mu zor!
İnsan bazen dünyada bu kadar acı varken mutlu olduğu için utanıyor.Vicdan kalbin kapısını çalıyor bazen silkeleniyorsun.Hayata umutla bakmaya korkuyorsun.Acılar bitmiyor katlanıyor.Gazetede olan vahsetleri okudukça şaşırıyor.İgrencliklerin boyutu tahayyül sinirlarini zorluyor.Soruyorsun kendine bu benim ülkem mi!cevap acı ve net :Evet ,bu ülke senin ülken! Her gün duyduğun şehit haberleri bir süre sonra duyarsızlasmana sebep oluyor aglayamıyorsun bile.Omuzlarına tarifi zor bir umutsuzluk çöküyor kalakalıyorsun.İçindeki ses bu tabloyu nasıl değiştirebilirimki diyor ama umut her zaman var insanın olduğu yerde hamdolsun ki umut var.Bu ülke bizimse bu ülkenin geleceğini kuracak olanlar da biziz.Ne mi yapacağız !En temelinden insan olacagiz. ilk kendimiz değerlerini bilen ahlaklı bir insan olacagız.Ahlaklı yurdunu vatanını seven çocuklar yetiştirecegizÇocuklarımıza kahvede okey atarak örnek olamayız onlara çalışkanlığı öğreteceğiz .Zamanın satın alinamayacagını bunun için boş işlerle vakit yerine ülkemiz için faydalı şeylerin gerekliliğini davranışlarımızla anlatacağız. Çocuklarınizı özenerek yetiştirin sonra dikkat edin geleceğin hırsızı ,katili ,tecavüzcüyü olarak karşımıza çıkabilirler.Artık umuttuğumuz bir mefhum sevgiyi onlara ögretmekle baslayabiliriz. Empati ve hoşgörüyle yaklaşın cevrenizdekilere. Ne olduysa öfkeden olmadı mı zaten! Sevemedik insanları , açığını yakalamaya calıştık durduk. Sevginin dili her şeye yeter.Sevgi dilini konuşmaya başladığımizda daha huzurlu bir gelecek bizi bekliyor olacak.çok mu zor sevmek sevmesek bile saygı göstermek!
"Ne yapalım, yaşamak zorundayız.Yaşayacağız Vanya dayı.Önümüzde ne uzun günler, ne uzun geceler var daha.Kaderin bize lâyık gördüğü tüm güçlüklere sabırla göğüs gereceğiz.Şimdi olduğu gibi yaşlılığımızda da durup dinlenmeden çalışacağız.Günü, saati gelince de ölüme boyun eğeceğiz.İşte ancak orada, mezarlarımızda, nice acı çektiğimizi, nice gözyaşı döktüğümüzü, nasıl zor bir yaşamımız olduğunu bir bir anlatacağız.Tanrı işte o zaman bize acıyacak."
Reklam
Sevgilim, Bu bahtsız kadın yani Madea mektubu sana verince sakın üzülme. Sana ne anlatırsa anlatsın ona inanma. Çünkü bu genç kadın, hamileliğinden, hastalığından dolayı çok hassas bir durumda. Gemideki durum onu hepimizden çok etkiledi. Bunları seni rahatlatmak için yazmıyorum. İnan ki iyiyim. Buradan kurtulacağımı da biliyorum. Çünkü iki gün önce başımı gökyüzüne kaldırıp, gözlerimi kapattım. Tanrı'ya, bana bir işaret göndermesi için yalvardım. Gözlerimi açtığım zaman bomboş bir gökyüzü göreceğimden korkuyordum ama öyle olmadı. Tanrı beni duydu. Tam başımın üstünde, V şeklinde uçan bir kuş sürüsü gördüm. Öyle uyumlu uçuyorlardı ki, bir tanesi bile sırayı bozmuyor, önündekine yaklaşmıyor, mesafeyi koruyarak keskin bir V oluşturarak uçuyorlardı. Evet, tam başımın üstündelerdi. Işte mucize bu, diye düşündüm. Hem senin, hem de benim, bütün insanların efendisi olan Tanrı bana gökyüzünden zafer işareti yolladı. İçim minnetle ve sevinçle dolu. Hisstmenin de ötesinde biliyorum ki mutlaka buradan kurtulup sana kavuşacağım. Bana yine çok özlediğim Serenad besteni çalacaksın. Aynı şehirde, birbirimize yakın olduğumuzu bilmek, aynı havayı solumak bile beni mutlu kılıyor. Yakında kavuşacağız, birbirimize her şeyi anlatacağız. Ama bu arada sakın üzülme. İyiyim, sağlığım yerinde, ısınıyoruz, karnımız duyuyor. Sana kavuşacağım günü hasretle bekliyorum. Karın Nadia
Onu bile korumayacak mıyım? Onu, o “şey”i? Kimsenin bilmediği bir parça: tarifi güç, gene de varlığını çok iyi bildiği “şey”. Onu da tehlikeye atacak mıydı? Bütün Turgut’u hiçbir zaman teslim etmemişti. Hiçbir zaman. Onu kendine saklamıştı. Değerini yalnız Turgut’un bildiği bir “şey”. Başkaları da birçok şeyler saklarlar insanlardan: gene de bir
Sayfa 322
Sözcükler ne verir, neyi anlatır? Şimdi otursak o bana kendi yaşamını anlatsa, ben de başımdan geçen bütün serüvenleri saatlerce dile getirsem, neye yarar? Kimse, bir başkası olamaz. Bir başkasını tanıyamaz. Hem yalan şeyler anlatacağız ne olsa? Kim anlatırken gerçeği dile getirir, gerçeğe yaklaşır? Anlatmasak, kendi kendimize yaşatsak da geçmişte olup bitenleri, yalan olmaz mı gene? Yaşanan, biter gider. Anlatırken değişir. Hatırlanırken değişir. Yaşayan ben'le, anlatan, hatırlayan ben'ler farklıdır birbirinden.
O'nun yolunda,O'nun erkanında ocak yakmış, ocağında aş pişirip dağıtmış, ocağın ateşini bir mübarek toprağı vatanlaştırmak için tutuşturup yaymış gönül adamlarını anlatacağız.
Sayfa 12 - İRFAN
Reklam
“1848 Çalışma Hakkı’nın Çürütülmesi.”
“Bir varmış bir yokmuş” diye başlarsak söze, sanmayın ki bir masal anlatacağız size; ama bir kıssadan hisse… Zamanın behrinde ülkenin birinde bir kral varmış, tembel mi tembel (tembel olmayanı var mı ki!) imiş bu kral. Günün birinde yaptırmış koskocaman bir saray (olur iş değil, çalışanlar da varmış demek o zaman!) ve tebaasına haber salmış dört koldan: “Duyduk duymadık demeyin! Tüm tembeller gelip yaşayabilir bu yeni sarayda. Bir elleri yağda, diğeri balda olacak. Tembellerin şahı padişahımızın lütfudur, duyulmuş ola! Padişahım çok yaşa!” Çok geçmeden, bilmem kaç günlük yoldan hiç üşenmeden çıkıp gelen “tembeller”le dolup taşmış koca saray. Hangi hazine dayanır bunca yüke? Batıp gitmiş haliyle, yol açtığı enflasyonist etkiler de caba. Masal bu ya, zavallı kral bile borç bulmak için kapı kapı dolaşmaya, hatta çalışmaya başlamış. Bakmış olacağı yok, anlamak için gerçek tembelleri, kundaklayıp vermiş ateşi dört bir yandan o güzelim saraya (kendisi değil tabii, onca adamı ne diye besler yıllar boyunca!). Tembeller düşmüş can derdine, patlamış mı sana korkunç bir hengâme! Canhıraş çığlıklar, müthiş bir kargaşa, kaçan kaçana! Çabucak boşalmış o koca saray. Yok yok, öyle tamamen değil… İki tip kalmış içerde, ellerinde de birer cıgara. Biri diğerine, “Git şurdan bir ateş al da, tellendirelim bir cıgara” demiş; öbürü de “Bekle yahu, yedi aylık mısın nesin, ateş gelir birazdan buraya!” Ne mi olmuş daha sonra? O kadar da tembel olmayın canım, çalıştırın nöronları, siz getirin arkasını da…
Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
245 syf.
9/10 puan verdi
Bazen kitapçı raflarında gezinirken, tanımadığımız bir yazarın, bir kitabının önce kapağına , sonrasında ise arka kapak yazısına göz atarız! Daha sonra da kitabın birkaç sayfasını şöylece bir göz ucuyla tarayıp, kitabı alıp almayacağımıza karar veririz. İşte bu kitabı da bir kitapçı rafında görsem, kapağına ve arka kapağındaki yazısına bakıp, bir de içini tarayıp,” sanki sıkıcı bir kitaba benziyor”diyebilirdim. Çünkü ne yazarı tanıyordum ne de daha önce bir kitabını okumuştum! Gel gör ki , birinden ödünç aldığım , bu kitabı okuduktan sonra ; eşsiz bir anlatım diline sahip, zengin mi zengin kelimeleriyle , okuyucuya gizemli bir dünya sunan bu yazarı ” İhsan Oktay Anar’ı” şimdiye kadar okumadığım için kendimi epeyce bir azarladım doğrusu! Kitabın konusuna gelince ; “Seninle , verdiği zevk dışında hiçbir amacı, kuralı ve şartı olmayan bir oyun oynayacağız, bir konu seçip , birbirimize hikayeler anlatacağız. Her hikayen için , senin bir saat yaşamana izin vereceğim.” diyor “ölüm” meleği . İşte kitap boyu belirlenen konularda ,sırayla bir Cezzar Dede hikaye anlatıyor, bir de Ölüm anlatıyor. Konular ise, sırasıyla; korku, din, aşk ve cennet. Hepsi çok iyi ve etkileyiciydi, en sevdiğim en baştaki “Güneşli Günler” isimli korku hikayesi bir de en sondaki “Gökten Gelen Çocuk” isimli olandı… anlatımına, edebi altyapısına hayran kaldığım yazarın, ileride elime geçecek tüm kitaplarını okumak istiyorum.
Efrasiyab'ın Hikayeleri
Efrasiyab'ın Hikayeleriİhsan Oktay Anar · İletişim Yayınevi · 20185,4bin okunma
Dinleyin gençler,dinleyin,kulak verin bize Biz güngörmüş yaşlılara bakın neler anlatacağız size.
Dinleyin gençler,dinleyin,kulak verin bize Biz güngörmüş yaşlılara bakın neler anlatacağız size!
Sayfa 55 - İskele Yayıncılık
1.383 öğeden 1.366 ile 1.380 arasındakiler gösteriliyor.