Ben bir çocuğum.Benim de hakkım her çocuk gibi yaşamak,hayatıma devam edebilmek.Ben de isterdim,oyuncaklarım olsun,okula gidip geleyim,sıcacık bir evim, benimle ilgilenen annem babam olsun.İstediğim şeyler size çok basit gelebilir ama benim için lüks idi.
Çünkü ben küçücük yaşımda savaşta zarar görmeyeyim diye bencil,huysuz,aksi bir dadıya bırakılmıştım ailem tarafından.
Yoo asla suçlamıyorum onları, beni bırakıp gittikleri için...Her anne baba çocuğun iyiliğini ister bilirim.Onlar da nerden bilebilirlerdi ki bu durumun benim için azaptan başka birşey olmayacağını....
Almanların Yahudilere zulüm ettikleri yıllarda küçük bir çocuktum ben. Ten rengimden dolayı nereli olduğumu bana sormadan yahudi ya da çingene zannettiler beni.Siz beni zarar görmeyeyim diye ülke dışında başka birisine emanet ettiniz ama ben en kötüsünü bu sebeplerden dolayı yaşadım.
Çocuğunun yeri Anne ve babasının yanıdır.Fakat ben rüzgar misali ordan oraya savruldum.İşkence,kan,nefret,dayak,açlık,sefalet,zulüm hepsini aklınıza gelemeyecek en kötülerini yaşadım.Neden mi?
Ten rengim koyu olduğu için.Babama benzeseydim bunları yaşamayacaktım ama anneme benzemişim suç mudur peki anneme benziyor olmak...
Suçluymuş annem beni babama benzetemediği için.
Benim duygularıma ortak oluyorsunuz satırlar boyu, elbet duygulanacaksınız fakat gerçekleri görmenizi güzel bir çocukluk yaşadıysanız ve yaşıyorsanız kıymetini bilmenizi isterim.
Çünkü ben bu uğurda çok şeyimi kaybettim.
Sonun da ne mi oldu eee onu da yine benden dinleyin.
Kalın sağlıcakla
Boyalı KuşJerzy Kosinski · E Yayınları · 20184,614 okunma
"Sonra iniyordum otobüsten.
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan.
ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam."
İkiyüzelli kilometre öteden ‘Diyarbakır
Radyosu’nun bile çok zor şartlarda
dinlenebildiği o günün şartlarında, Erivan
radyosunun Kürtçe yayınlarına çok büyük bir
alaka gösteriliyordu. Radyosu olan evlerin
çoğunda Bağdat radyosunun Kürtçe bölümü ile birlikte en çok bu radyo dinleniyordu. Özellikle
akşam programlarında Kürtçe’nin usta dengbejleri sıra ile en meşhur ve en hazin
şarkılarını söylüyordu.
Mehmet Arif Cizrawî, Hasan Cizrawî, Ayşe
Şan, İsa Pervarî, Meryem Xan ve Kavus ağa gibi
sanatçılar arka arkaya şarkılarını söyledikçe, o
zamanlar hiç Türkçe bilmeyen annemin ve
askerde çok az Türkçe öğrenebilen babamın
hüzünlendiklerini ve gözlerinin yaşardıklarını
hatırlarım. Erivan radyosu Kürtçe şarkılardan
sonra komünizm propagandası yapınca biz
radyoyu kapatırdık. Babam, annem ve binlerce
insan için o sıralar önemli olan kendi
anadillerinden birkaç parça dinleyebilmekti.
Kürtçe dinlemenin yasak olduğu o devirlerde,
evimizin umumî bir cadde üzerinde olması
hasebiyle radyonun sesinin çok fazla yüksek
olmamasına da özellikle dikkat edilirdi.
Mark Twain'in hikayelerini nasıl kurguladığını anlayabilmek için aşağıdaki akrabalık ilişkisine göz atmanız gerekiyor.
"Yetişkin bir kızı olan bir dul kadınla evlenmiştim.
Babam da üvey kızımla tanışınca, ona aşık oldu ve sonunda da kandırdı ve evlendiler.
Böylece babam damadım oldu.
Üvey kızım da annem durumuna geldi.
Karım bir oğlan doğurdu.
Çocuk tabii ki babamın kayın biraderi ve üvey annemin kardeşi olarak benim dayım sayıldı,
Üvey annem de bir oğlan doğurdu.
Böylece kardeş sahibi oldum.
Ama üvey kızımın çocuğu olduğundan,
aynı zamanda da torunum sayıldı.
İş bu kadarla da bitmedi.
Karım annemin annesi olduğu için,
benim büyük annem sayıldı.
Ben de babamın babası oluyordum.
Sonunda kendimin dedesi olmuştum..."
Bu ses de neyin nesi? Nereden geliyor ki?
Ah! İşte oradan, şu sokaklar ne kadar da dar ve biçimsiz, dön dön doğru yola çıkamıyorsun.
Bir çocuk var orada, neden bu saatte dışarıda oturuyor ki?
Yanına yaklaşayım biraz.
Ne kadar da bana benziyor, tıpkı beş yaşım...
Ama neden ağlıyor ki, kulaklarını elleriyle kapatmış, dizi üstünde hıçkıra
Karı ve koca bir akşam yemeklerini bitirdikten sonra, yorgun argın oturma odasına geçerler.
Kadın ilkokul öğretmenidir. Öğrencilerine verdiği ‘ne olmak istersiniz’ başlıklı kompozisyon ödevini notlandırmak için masaya geçer. Kocası da eline cep telefonunu alıp, koltuğuna yerleşir. Nihayet yorgun bir günün ardından dinlenebilecektir.
Kadın, tüm
"Annem olsun, babam olsun, ortadan üstün boylu poslu insanlardı.Nasıl oldu da, bir çocuk yorganından daha geniş görünmeyen şu birkaç karışlık toprak tabakasıyla örtündüler?"
"Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanılacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler."