Asıl sevgi kayıt ve koşul tanımaz, beyefendi... Hiç ummadığınız bir an, hiç ummadığınız bir yöne esen bir alev gibi sizi yakar, tutuşturur. Aşk; zaman, yer, koşul ve kişi kaydından bağımsız bir serseridir.
“Asıl sevgi kayıt ve koşul tanımaz, beyefendi...” dedi. “Hiç ummadığınız bir an, hiç ummadığınız bir yöne esen bir alev gibi sizi yakar, tutuşturur. Aşk zaman, yer, koşul ve kişi kaydından bağımsız bir serseridir.”
"Asıl sevgi kayıt ve koşul tanımaz. Hiç ummadığınız bir an , hiç ummadığınız bir yöne esen bir alev gibi sizi yakar, tutuşturur. Aşk, zaman, yer, koşul ve kişi kaydından bağımsız bir serseridir..."
Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.
Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak
Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkâr idi.
Çelebi hünkâr idi amma
Al Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.
"Şimdi ruhunda, vücudunda huzur ve ümide ihtiyaç vardı. Sonra buradaki samimiyet ve mahremiyet, bu saflık ve bu yanlarında insanlığın kötülüğünden şüphe ettirip onu unutturan meleklere yakışır sessizlik, sanki onu bütün kirlerinden arındırıyordu. Ona, uzun bir ahlak hastalığından şimdi temiz ve esen çıkıyor gibi geliyordu."
"Asıl sevgi kayıt ve koşul tanımaz... Hiç ummadığınız bir an, hiç ummadığınız bir yöne esen bir alev gibi sizi yakar, tutuşturur. Aşk zaman, yer, koşul ve kişi kaydından bağımsız bir serseridir."
Filistin'deki her yer gibi boynu büküktü Kudüs'ün. Bağrında utancını taşıyordu kirli ellerin. Oluk oluk dökülen kanlarıyla sararmıştı Mescid- i Aksa'nın kubbesi... Can çekişiyordu olanca celadetiyle; direniyordu bütün gücüyle. Esen her lodos; güneyden İsra ve Mirac'ın Sahibi'nden nefes üflerdi hayat damarlarına. Can bulurdu, kan bulurdu beti benzi. Âdem misali dirilirdi; tekrar direnmek için lanetli Çıfıt zulmüne.
Tarihi bir ana tanıklık etmektelerdi ancak farkında değillerdi. Uzunca bir süre sonra ilk kez benâm, bilek sahibi bir dayı sırtından kahpece vurularak öldürülüyordu. 1453 Şubat’ında o zamana dek Suriçi’nde fırtına gibi esen namlı zorba bir Prygoslu Alexius’un, Cenevizli Giustiniani’nin yanında getirdiği tataryayıyla mücehhez Cenevizlilerden bir grupla küfürleşmesiyle, arkasına dönüp gittiği sırada sırtına zemberekli yaydan çıkma oku yiyerek düşüp can vermesi bir olmuş, şehrin sırtından vurulan son zorbası olmuştu.