Ol tarz-ı acemdir olmaz i'câb
Rindân-ı acem gözetmez âdâb
[Ayrıca her milletin, kendisine has bir şiir havası vardır.
"İranlı şair, âdâbı bit yana bırakabilir; fakat Türk için bu bir kusurdur."]
Hiçbir devirde kayık zevki Abdülaziz'in saltanatından itibaren başlayan devirde olduğu kadar hususî bir zevk olmamıştı. Her biri yirmi, otuz altına giydirilen genç ve erkek güzeli kayıkçıların çektiği masal kuşu biçimli zarif piyadelerde şemsiye, yaşmak ve mücevher parıltısı içinde şehir, kadın güzelliği denen şeyi tadıyordu. Bu daha sonraki zamanlarda Hamdi Bey'in tablolarında Aşk-ı Memnu'nun bazı sahifelerine kadar izlerini resimde ve edebiyatta takip edebileceğimiz çok ince bir yaşama ve duyma tarzı idi.
İşte tabiata ve beraber yaşamaya bu açılıştır ki sonunda zevk tarihimizin en dikkate değer icadı olan mehtap âlemlerinin doğmasını sağlar. Bütün bir âdâb ve teşrifatı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı tarafından yaptırılan bu âlemler maşerî bir opera, bir nevi ay ışığı ibadeti gibi bir şeydi ve şehir onunla, Venedik dojlarının denizle evlenme merasimi gibi kendi güzelliğini, yaşama tarzını, kendi sanatını, bütün hususiyetini aldığı denizle tebcil ediyordu. Hissî hayatımızda o kadar yeri olan ve bize bir yığın asil içlenmeyi telkin eden Boğaz burada en yüksek sanatlarımızdan biri olan musiki ile birleşiyordu.
Selâm yerine kullanılır. Birisine selâm yollanır, yahut mektupta selâm yazılırken, «Aşk u niyâz ederiz» denir. Hâl - hâtır sorulunca da, «Nasılsınız? Diyene, «Aşk u niyâz ederiz» diye mukabele edilir. Diğer tasavvuf yolların da da vardır; fakat Mevlevilerde olduğu kadar umumi değildir. Şunu da hatırlatalım ki bir Mevlevi, söz arasında «ederim, yaparım, gelirim, gelmem» gibi birinci şahsı kullanamaz; çünkü bu, bir benlik ifadesidir. Bunun yerine, «ederiz, yaparız, geliriz, gelemeyiz» gibi cem i’ sığası kullanır. Aşkolsun diye «Aşk vermek», bu söze muhatap olmaya, «Aşk almak» denir. Meselâ, bir yere gidip hatır sorulması, ona cevap veriliş anlatılırken «filân zâta gittik; aşk verdiler, aşk aldık» tarzında bir cümle kullanılır.
Yok sayılmak, görmezden gelinmek, sözünün dinlenilmemesi, sözünün kesilmesi, sözüne cevap verilmemesi... Bütün bunlar yok sayılmanın belirtileridir ve insanı kayıtsızlık kadar inciten bir şey yoktur. Düşmanlık bile insan için bir lütuftur; çünkü muhatap alınıyorsunuzdur, yeryüzündeki varlığınız önemli bulunuyordur. O yüzden âdâb-ı muaşeretten bir cüz de muhatabımızın varlığını teyit etmek ve ona beraber olmanın bize hissettirdiği güzelliği yansıtmaktır.
1 Bil bunu yokluk imiş aşıka mi'rac gerek
Aşıka mezheb ü din varlığı yok gerek
2 Fi'l ü tedbiri bırak cümlesi tadir-i Huda İnşirah-ı dil-i İslam'a rıza-pak gerek
3 Pak edip ayine-i kalbi melal renginden Ver cila şevk ile kalbin ise pak gerek
4 İstemez aşk ile viran olan ma'mûrluk Karvan-ı ğam-ı dil menzili virane gerek
5 Sarf ola nakd-i niyaz ayn-ı meta'-ı naza
Aşk bâzârına bu can ki pür-kâr gerek
6 Her ne olsa eder ol padişah-i Zü'l-celal Teslim ol emrine fermanına ta'zim gerek
7 Ah u vah eyleme kanûn değil uşşaka Alemin zevk u safası gam u hicran gerek
8 Cümleyi terk kılup kalbini Hakk'a bağla
Hüsn-i hulk ile tevekkül kula adâb gerek
9 İncinir cânın eğer incitir isen bir can
Dervişe meskenet u mahviyet u sabr gerek.
1O Zikr ile Âdile esma vü sıfatı derk et Sâlike vecd ü sema' ile safa hal gerek
11 Rahmeti kullarına kıldı o Allah i'ta Sabr kıl hikmeti var eylese izhâr gerek
Selâm yerine kullanılır.
Birisine selâm yollanır, yahut mektupta selâm yazılırken, «Aşk u niyâz ederiz» denir.
Hâl - hâtır sorulunca da, Nasılsınız? Diyene, Aşk u niyâz ederiz diye mukabele edilir.
Diğer tasavvuf yolların da da vardır; fakat Mevlevilerde olduğu kadar umumi değildir.
Şunu da hatırlatalım ki bir Mevlevi, söz arasında «ederim, yaparım, gelirim, gelmem gibi birinci şahsı kullanamaz; çünkü bu,
bir benlik ifadesidir.
Bunun yerine, ederiz, yaparız, geliriz, gelemeyiz gibi cem i’ sığası kullanır.
Aşkolsun diye Aşk vermek, bu söze muhatap olmaya, Aşk almak denir.
Meselâ, bir yere gidip hatır sorulması,
ona cevap veriliş anlatılırken filân zâta gittik; aşk verdiler, aşk aldık tarzında bir cümle kullanılır.
1-Fakrnâme: Ahmed Yesevî'ye nispet edilen küçük bir risaledir Onun tarafından kaleme alınıp alınmadığı tartışılmalı olsa da, Dört Kapı Kırk Makam sisteminin ilk defa Yesevî tarafından geliştirildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Fakrnâme, müstakil bir risale değildir
Dîvân-ı Hikmet'in Taşkent ve bazı Kazan nüshalarında mensur bir mukaddime olarak yer almaktadır.
Çağatay Türkiye ile kaleme alınan Fakrnâme nüshası, ilk defa Türkiye Türkçesi ve geniş bir incelemeyle birlikte Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır.
2- Risâle der Âdâb-ı Tarîkat: Taşkent'te yazma nüshaları bulunan küçük bir risaledir. Farsça kaleme alınmıştır. Türkçesi "Tarikat Adabı"dır. Tarikat âdâbı ve makamları, mürid-mürşid ilişkileri, dervişlik, Allah'ı tanımak ve ilâhî aşk gibi konulardan bahseder. S. Mollakanagatulı tarafından Kazak Türkçesine tercüme edilerek yayımlanmıştır.
3- Risâle der Makâmât-ı Erba’în: Yesevî'ye nispet edilen Farsça yazılmış kısa bir risaledir. Türkçesi "Kırk Makam Hakkında Kitapçık'tır. Eser; şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapıları ve bu kapıların her birinde bulunan onar makamı içerir. Bilinen tek nüshası Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Kütüphanesindedir.
"Gerçek şu ki, başlangıçta sevgi ve aşk kolayca ortaya çıkmamıştı. Tersine, sonradan birçok sıkıntı ve zorluklara katlanmakla ortaya çıkmıştı."
••Hafız Şirazî