İmam Mâturidî ve imam Eş’arî arasında esas itibari ile ihtilaf yoktur. Her ikisi de selef-i sâlihin mesleğini takip etmiştir, ikisi de hak üzeredir. Ancak ikinci derece bulunan furûattan sayılan birkaç tâlî meselede ihtilâfları vardır. Fakat bunların başlıcaları da lafzî, zâhirî bir ihtilafdan başka bir şey değildir. Ömer Nasûhî Bilmen
Üslupdan üsluba fark var.Misâlen İskilipli Âtıf Efendi (rahmetullâhi aleyh)in "Tesettür-i Şerî"isimli risâlesinde Peygamberimizden bahsederken{Hazreti Rasûlü Ekrem Sallellâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz}ifadesi ne kadar edepli ve feyizli bir üslupdur.Okuyana feyz verir ve Peygamberimize olan sevgimizi,hürmetimizi kalpde diri tutmamıza sebep olur.Ama bunun birde tam aksi misâli olarak günümüzdeki birçok ilahiyatçının kitaplarındaki sönük bir "Hz.Muhammed" ifadesi ve (s.a.v.)şeklinde kısaltılmış bir salvele bu feyzi verir mi? Kalpde peygamberimizin muhabbetini harekete geçirir mi? Hayır. Sadece Peygamberimiz içinde değil.Mesela Âtıf Efendi aynı risâlesinde{İmâmı Âzam Hazretleri}der,günümüz ilahiyatçıları ise"Ebu Hanife" Bu sönük,bereketsiz,feyizsiz üslubun terk edilip hem yazıda hemde konuşmada Âtıf Efendilerin,Ömer Nasûhi Bilmen Efendilerin (رحمة الله عليهما) feyizli,edepli,büyük zatlara gösterilmesi gereken hürmeti izhâr eden üsluplarına dönülmesi lazım.
Reklam
Istılahta fıkıh, «insanın amel cihetiyle lehine ve aleyhine olan şer'î hükümleri bir meleke hâlinde bilmesi» demektir. Diğer bir tarife göre fıkıh, «ameliyata, yani ibâdât, ukûbât ve muâmelâta müteallık şer'î hükümleri mufassal delilleri ile bilmek»den ibârettir ” (Bkz: Ömer Nasûhî Bilmen- hukuk-u islamiye ve istılahat-ı fıkhiyye kamûsu ,c:l, sh: 8)
“Me-gû şod bî-fer u târîk Nasûhî ahter-i bahtem Koned û râ munevverter zi hurşîd-i Kâşif-el Esbâh” Nasûhî! Deme ki: Tali yıldızım, ziyentsiz ve karanlık kaldı. Sabahları açan Hâlik-ı Kerîm, onu güneşten daha nuranî eder.”
Sayfa 67
Dârü’l Harb Meselesi: Cuma namazını dâr-i harbde bile kılmak câiz ve sahihtir. Merhum Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli’nde: “Dâr-i harbde, Müslüman cemaatin uygun göreceği biri Cuma namazını kıldırabilir” demiştir. Çünkü Nebî (s.a.v.) henüz Medine’ye hicret buyurmadığı ve burada bulunan müslümanlar hâkim durumda olmadığı için, Medîne henüz dâr-i harb olmaktan çıkmış bile değildi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; kendisinden emir gelmeksizin Cuma’yı kıldıran Es’ad b. Zürare (r.a.)’e, itirazda bulunmayıp bilâkis kabul etmesi ve (sonradan) Medine’de Cuma kılması için bir nâme gön-dermesi, dâru’l-harbde bile kılınan Cuma namazlarının sahih olduğuna gayet açık bir delildir!.. (Âlûsi Tefsiri, Cuma Sûresi Tefsiri) İbn-i Âbidîn’de: “Dâr-ı harb; orada, Cuma ve bayram namazları gibi, İslâm hükümlerinden (herhangi birinin) tatbik edilmesi ile dâr-ı İslâm olur, velev ki orada aslî kâfir kalsın, isterse İslâm Memleketlerine bitişik olmasın” denilmiştir. (Dürer) (İbn-i Âbidin, Reddül Muhtar, c. 3, s.391)
Ahzab/59
Ey Nebî(yy-i zîşân)! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle ki; cilbâblarından (bir kısmına dolanıp, diğer) bir kısmını (da uzuvlarının şeklini belli etmeyecek vaziyette) üzerlerine sarkıtsınlar. İşte bu (suretle örtünmeleri), onların (câriyelerden ve İslâm’ın yasakladığı bazı aşağılık işleri yapan kadınlardan seçilip) tanınmalarına
34 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.