Lawrance Durrell’in İskenderiye Kütüphanesi’nin ikinci kitabı olan “Balthazar”la macera devam ediyor. Aslında “Justine, Balthazar, Mountolive ve Clea” tek bir olay örgüsünü anlatıp, her kitapta bir önceki anlatıyı ayyuka çıkaran yapısıyla, çapraz sorguya çekilmiş bir okur gibi hissediyorsunuz. Her okuduğunuz ayrıntı, bir zaman sonra yazar tarafından adeta, “kandırdım sizi” diye bir ses beliriveriyor.
Durell’in uzun yıllarını İskenderiye’de geçirdiğini de okuyunca, bu anlattıklarının ne kadarının gerçek ne kadarının kendi kurgusu olduğunu hakikaten merak ettim. Şöyle bir kurgu ve gerçeklik yüzdeliğini paylaşmasını isterdim açıkçası.
Justin’de öğrendiğiniz neredeyse bütün bilgiler, Balthazar’la beraber tamamen yerle bir olup, bildiğimiz her şeyim tamamen yanlı ve yanlış bir anlatım olduğunu öğrendik. Öyle bir seri ki bu, spoiler vermeden de kitap hakkında yorum yapmak oldukça güç. Ben açık açık zorlandığımı sizlere yazıyorum, ey okurlar. Yorumu kitaptan bir alıntı ile sonlandırıyorum. Son kitap olan Clea’da sanırım net ve geniş bir yorum yapabilirim.
“Çok merak ediyorum, acaba bütün bunlar bana ancak neden şimdi söyleniyor? Dostlarım baştan beri her şeyi biliyor olmalıydılar, oysa hiç kimse tek söz etmedi. Ama elbette doğrusu da bu; cambaz gergin ipin üstündeyken hiç kimsenin tek söz söylememesi, hiç kimsenin karışmaya kalkmaması, hiç kimsenin en küçük bir fısıltı bile çıkarmaması gerekir; herkes öylece oturur gösteriyi izler, ancak iş işten geçtikten sonra akıl veren çok olur.” Sayfa 50.