Nasıl başlayacağıma ilk defa karar veremedim. Hâlâ kitabın sonunun böyle bitmesinin şoku içerisindeyim.
Mustafa Kutlu hikayeleri hep hoş tat bırakır bende. Bu hikaye de çok farklı geldi bana. Tahir Sami Bey'in hayatını ele almak isteyen yazar, İstanbul sokaklarını gezerken rastlıyor ona. Dinlemeye başlıyor sonra. Hayatını yazmak istediğini iletince Sami Bey'e, olur cevap alamıyor ilkin. Hatta Sami Bey, kullanıldığını hissediyor. Yazarsa bir şekilde ikna ediyor onu.Sami Bey, yazarın yazdıklarını okuyup yanlış/uydurma bulduğu yerleri tekzip etmek şartıyla izin veriyor.Yazar bu şartı kabul etse de Sami Bey'in sürekli tekziple araya girmesinden rahatsız olup artık tekziplere yer vermeyeceğini, bunun sözünden caymak değil yaptığı yanlıştan vazgeçmek olduğunu dile getirip sunuyor hikayesini. ( Bu kısımlar çok komikti. Özellikle Tahir Sami Bey'in tekzipte bulunup yazarla atıştığı yerler.) Tekziplere yer verilmeyince kitabın sonuna kadar aklımda hep "acaba yazar nerelerde mübalağa yaptı, nereleri değiştirdi?" düşüncesi dolanıp durdu. Şimdi kalkıp size Tahir Sami Bey'in hayatını anlatmıycam. Onu okuyunca siz öğreneceksiniz zaten :))
Tahir Sami Bey'in ömrünü verip biriktirdiği kitaplara ne oldu acaba?
"- Ben paraya değil, kitaba önem veriyorum. Hepimiz hastayız. Kimimiz antikaya, kimimiz arabaya, kimimiz makama mevkiye, kimimiz kadınlara, ne bileyim ben, en doğrusunu minibüslerin ardına yazıyorlar
-Nedir o?
-Bir ben değil, herkes hasta"