Sevdiğimizi öldürürüz...
Gerisi zaten hiç yaşanmamıştır. Kimse bu kadar yakın değil, başka kimse kimseyi bu denli yaralamaz. Unutkanlık, yokluk, hiçlik...
Sevdiğimizi öldürürüz.. başkasının ciğeriyle boğulmaya verdiğimiz sondur bu. Ne tek bir nefes yeter ikimize de ne de toprak kabul eder iç içe geçmiş bedenlerimizi. Yaşıyorum işte küçük bir umut
Müzeyyen hiç flört etmiyordu.
Gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor...
Kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu.
Ya beni etkilemek gibi bi derdi yoktu,
ya da beğenilmeye çok alışkındı.
İlkgençliğimizde sevgilerimize yalnızca tutkular egemendir, bu bakımdan da hep kusursuz insanları severim. Ama tutku dumanları dağılmaya başlayıp bu duman arasından mantığın pırıltılı ışıkları süzülmeye başladı mı tutkularımızın bize sevilesi kişi diye dayattığı insanı gerçek kimliğiyle, -üstünlükleri, kusurlarıyla- görmeye başlarız ve bunlar içinden yalnızca kusurlar hiç beklenmedik bir biçimde ve abartılmış olarak gözümüze çarpar, böylece de yeniliğe karşı olan eğilimimiz ve başka birilerinin de kusursuz olabileceği umudu bizi eskiden tutkuyla bağlı olduğumuz, hayranlık duyduğumuz kişiden soğutmakla kalmaz, içimizde ona karşı bir nefret uyandırmaya da kışkırtır ve biz hiç acımadan onu fırlatıp atar ve yeni bir mükemmeli aramak için ileri atılırız.