12.02 .2024
Okul dönüşü. Mis gibi çay. Mis gibi bisküvi. Hava yine tam benlik. Bol rüzgâr, her yer geri bulutlar. Arif'i görüyorum, traş olmuş. Bisküvi alırken sakallarım iyi olmuş mu diyor bana. Her yer trajedi, her yer avam. Ağzı içki kokuyor. Ama gözlerinde buğu-kimbilir neredeydi dün akşam. Bu yazdıklarımın hepsi çöpe gidiyor.
Okul
Ömer kürekleri bırakarak duyulur duyulmaz bir sesle ko nuşmaya başladı:
"Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimizin sebebi, kafamızı birçok saçma şeylerin doldurmuş olmasıdır. On bin, yirmi bin sene evvelki insanlar gibi olabilsek, tabiatı onla rın gözüyle görsek, muhakkak ki şimdi burada böyle sükunetle oturamazdık. Onlar güneşi,
Göldeki Ev'i 2022 yılı Nisan-Mayıs aylarında okumuş ve bitirmiştim. Büyük bir merak ve heyecanla almıştım. Ki aynı duygular içerisinde de sürüklenerek okuduğumu söyleyebilirim. Her şeyiyle harikaydı. Çünkü tam da ihtiyacım olan bir kurguydu. Göldeki Ev sadece bir gerilim/korku romanı değil, içerisine biraz dram ve çokça da gizemi alan bir
*_Düşünce_
_Buda: Her şey düşüncedir. Ne düşünüyorsak o oluruz. Bize düşüncelerimiz şekil verir. Hepimiz düşüncelerimizden doğarız. Bu dünyayı yaratan, zihnimizdir. Bu dünyayı bir hava kabarcığı, bir serap gibi düşün. Dünyayı böyle gören kişiyi ölüm görmez. Biz, içselliğimizin meyvesiyiz. İçimizde ne varsa biz oyuz. Bizi biz yapan zihnimizdir.
“Söyle; hangi ilim, hangi şiir, hangi aşk, hangi devlet bu manzaradan daha güzel, daha muhteşemdir? Buna rağmen burnumuzu kaldırmadan bozuk kaldırımlarda yürüyüp gitmekte devam ediyoruz. Dünyadaki insanların acaba kaç binde biri şu anda başını aya çevirmiştir? Halbuki o her şeyi, herkesi görüyor ve gafletimizin üstüne o tatlı, o iyi tebessümünü
İçlerinden biri şöyle dedi - "Elbet boşuna değildir,
Cismimin kara topraktan gelmesi,
Ve bana zarifçe şekil verenin
Tekrar şekilsiz toprağa vurması beni."
Ömer Hayyam
Ömer onun ellerini yakalayarak baktı. Beyaz, dar ve oldukça zayıftı. Bu el birçok güzel Kadınlarda gördüğü yumuşacık, pembe fakat şişirilmiş bir eldiven gibi şekilsiz ve kemiksiz ellerden değildi. Parmakların elle bitiştiği yerde çukurlar değil, hafif kabartılar vardı. Bilekten parmaklara doğru adaleler, incecik damarlar uzanıyor ve biraz dokununca kemikler hissediliyordu. Kesik tırnakları ne bir söğüt yaprağı kadar uzun, ne de bir gelincik yaprağı kadar genişti. Uçlarına doğru incelen parmakların nihayetine gayet tabii şekilde yerleşmişlerdi. Ömer hiçbir şey söylemeden Macide'nin iki elini birden ağzına götürdü ve parmaklarının ucunu yavaşça, dudaklarını değdirmekten korkar gibi öptü.
Marşlar, emirnameler, tüzükler, kanun maddeleri, yemin metinleri, ant içme törenlerinde kullanılanlar hasılı özü bakımından kapalı bütün metinler travmatik özellikler taşırlar ve insan özgürlüğüne müdahale ederler. Kapalı metin, ruhu itibarıyla onu yazanın açık ve saklı amacına bağlı olarak kitleyi kontrol altına alma, yönlendirme, şekillendirme, harekete geçirme amacını da güder, Özgür toplumlar, çağdaş dünyada demokratik toplum diyoruz onlara bu tür travmatik propagandalardan kurtularak bireysel özgürlüğün özünü açarlar ve bireysel özgürlük kendiliğinden toplumsal şuura kavuşur. Bu şuuru örüp yaşatacak sivil toplum kuruluşları, partiler dahil, özgürce ve kendi aralarında rekabet ederek toplumu insan adına ayakta tutarlar. Oysa kapalı metinlerin ana hedefi birey değil devlettir ve devletin elinde toplum şekilsiz yapıya karşı gücü elinde tutanın amacına göre şekillenip değişir