Siz hiç tarih okudunuz mu?
Hayatımız boyunca hepimiz az ya da çok tarih okumuşuzdur. Ben çok severim tarih okumayı yani uzun bir süredir tarih okuyorum. Peki tahmin edin hepsinin ortak noktası ne? Çok zor bir tahmin olmasa gerek. Muhtemelen herkes benzer bir cevaba ulaşmıştır yani "Savaş". Evet gerçekten savaş, insanlık tarihine
Madem düşmek bu dünyanın bir huyu,
o halde kalkmayıda kendimize huy edinmeliyiz. Geleceği görmek için münnecim olmaya gerek yok. Düşeceksin ve daha çok düşeceksin. Bu kesin. O halde kendini koşullayabilirsin. Düştüğünde ne kadar erken kalkarsan o kadar senin için iyi. Düşmekten yoruldum artık, bıktım artık, çok düştüm, demenin dizlerine bir faydası var mı? Kalkmaktan başka yapacak iyi bir şeyin var mı? Ne anlamı var oturup sızlanmanın, bizde insanız canım demenin. Bu dünyada bu böyle. Rahat yok. Düşmemek yok. Acının olmadığı bir yer değil, dünya. Sen menziline odaklan. Domino taşı misali. O sürekli yıkılacak. Yaptığın onca taş teker teker yıkılacak. Bu böyle, dünya böyle bir yer. Asıl soru sen ne yapacaksın? Yıkılan taşları, isyankar bir eda ile izleyecek misin? Yoksa elini yıkılan taşların arasına koyup, tekrar dizmeye mi başlayacaksın?
Olaylar olaylar..
İkinci kitabında beni sinir krizlerine sokan serinin final kitabı ile geldim. Gerçi final de değilmiş ama oraya da geleceğiz..
İlk olarak kitabın kendisi hakkında konuşacak olursam bir yerden sonra artık her şey sarpa sarmaya döngü üstüne döngü beni bunaltmaya başladı ama güzel bitti diyebiliriz en nihayetinde. Beklemediğim
Fyador Dostoyevski'nin 1866 yılında kaleme aldığı, muhteşem betimlemeleri olan, suç olgusuna bambaşka bir perspektiften bakabilmeyi mümkün kılan, insanı insana anlatan bunu da çok iyi yapan bir yapıt "Suç ve Ceza". 150 yıl önce yazılmış bir eserin günümüzde hala çok okunuyor olması nasıl kıymetli bir eser olduğunun göstergesidir.
Vefat etmiş kişiye melekler tarafından yöneltilecek sorulara, yani kabir sualine bizi hazırlamak isteyen imamın sesini duyabilecek miyiz?
Belki de bizler, dünyadaki vaktimizin çoğunu istek ve arzularımızı dinleyerek, içimizde bizi hakikate yönelten hidayetin ve vicdanımızın sesini DUYMAZDAN GELEREK geçirmiş kimseleriz?
Bu noktada, asıl soru şudur:
Şimdi dinleyecek miyiz? Bu sesleri, şimdi değerlendirmeye hazır mıyız?
Çoğumuzun çocukluğundan hatırladığı, anne, baba ya da başka büyüklerinden duyduğu masallar, efsaneler vardır. Öyle bir anlatırlar ki size, öyle bir kaptırırlar ki kendilerini, , onlara bakan, bilgi açlığıyla bekleyen birkaç göze, anlattıkları hikayenin gerçek olduğunu ispat etmek isterler sanki. Ben de bir zamanlar o çocuklardan biriydim. Babamın
Modernist edebiyatın öncü eserlerinden sayılan Açlık; 1890’da yayımlanan, Knut Hamsun’un edebi kişiliğini ön plana çıkarıp çokça konuşulmasını sağlayan en önemli eseri.
Tüm insani ihtiyaçlardan yoksun olan genç bir yazarın, zihinsel ve duygusal durumunu derinlemesine incelerken onun hayatta kalmaya çalışmasını ve gururlu mücadelesini yansıtan
"İnsan kaderin karşısındaki çaresizliğini gizlemek uğruna tesadüf diye bir kelime uydurdu. Asıl gizlemek istediği iradesinin zayıflığından doğan acıydı. Beklenmedik her karşılaşma insanı bir diğer büyük karşılaşmaya hazırlamak içindir belki de. Rastlantı gibi görünen bu çarpışmalar,kaderin büyük zincirinin halkalarıdır ve mühim olan insanı bekleyen o son yüzleşmeye hazır olmaktır."
her şeyin bir nedeni var mı sizce? hep inanmak istediğim ama içimde zaman zaman sorguladığım bir soru bu. hayat öylesine akmıyor değil mi?
Âşıklara Yer Yok, sorgulatıyor. Orhan'ın çektiği acıyı ellerinize veriyor. Orhan tesadüf sandığı hakikatine yürürken acılardan geçiyor,hayat ona kimi zaman Firdevs kimi zaman babası kılığında geliyor.
yaşam hiç bir zaman umduğumuz doğrultuda ilerlemiyor. UMDUĞUMUZ ya bizim gerçek isteğimiz değilse ya hayat onu bize sunmak için sınavlara tabi tutuyorsa...
Nefis bir kitaptı...
Atsız Tekrar Süleymaniye Kütüphanesinde: Atsız aleyhindeki konuşma ve yayınlar nihayet 1952 Mayıs'ında semeresini (!) verecektir. Olaylar şöyle gelişir: "Türk Milliyetçiler Derneği, 3 Mayıs kutlamalarına katılması ve bir konferans vermesi için Atsız'ı Ankara'ya davet etti. Konferansın konusu 'Devletimizin Kuruluşu'
İmkansız,
sadece bizim
imkansız
olduğunu
düşündüğümüz
şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün
şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı
fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun
doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok.
Bu,
senin kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultuda ilerleyip
Vücud ve iç
Beden formuna ben dediği an.
Kendini yaşamdan ayırdı insan.
Vücudun yerine denilir mekan.
Form yaranmasına söylenir zaman.
Cisime göredir zaman ve mekan.
O,yoksa ne yer var,ne de ki,zaman.
Suçlu Kim?, klasik Rus edebiyatının başyapıtlarından birisi sayılmakta olup aynı zamanda saf anlamda ilk "toplumsal" romanı olarak değerlendirilmektedir. Dostoyevski'nin kitaplarını değerlendirmesinden tanıdığımız eleştirmen Belinski'de, romanı çağdaş Rus yaşamını toplumsal ve psikolojik açıdan ele alması bakımından önemli
Çayı deminden anlarsın, yâri ise ayrılık vakti boğazında bıraktığı düğümden; bu yüzden beklemek değil bizimkisi demlenmek ve biliriz ki birbirine kavuşanlar değil ancak muhabbetle demlenenler aşka ulaşabilirler çünkü bazı şiirler hatırlamak için değil, unutmamak için yazılır.
Demlenmek yavaşlamaktır biraz; içine kazımak, silinmez bir kalemle