"Merhamet zulmün merhemi olamaz!"
İstanbul'un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin'in ölüm haberi üzerine doğduğu Mardin'e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının (Meleknaz'ın) peşine düşer.
Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.
Romanda, 2014'te Şengal'e saldırarak Ézîdî'lere 73.fermanı yaşatan IŞİD'in binlerce erkeğin katledilmesi, binlerce kadının köle edilmesi ve yaşanan katliama Meleknaz üzerinden vurgu yapılmış olmasına rağmen o katliamın sadece görünür boyutunun (o da bir aşk çerçevesinde) işlendiği taraftarıyım. Yani kitap bu yönüyle eksik kalmış. Ama yine de harese vurgusu günümüz Ortadoğu'sunu çok güzel özetliyor:
"Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."