Aralık
Kendi kurallarını getiriyor kış
Dalmışız bir oyuna kahkahalarla:
Yerden avuç avuç kar topluyoruz
Biçim vermek için o aklığa.
Bir kötülük öncesindeymiş gibi
Birikiyor yoldan geçenler çitin önünde:
büyüdün tekmeyle girdiğin avludan
tokatla çıktığın eve kadar
büyüdün eyyub bir kuyuya öğüt
Ceylan bir yüze hatip
bir eliyle eli ve alemi
kör eliyle kendini okuyan hafız oldun
ben ve taş
biri diğerini sever sandım
Genç adam avludan geçerken bana baktı. Düşünce, önduyuş, tevekkül, huzur ve keder dolu bu tatlı bakışı hiçbir zaman unutamayacağım. Bu, bir dostun son dostuna kaybolan hayatını emanet ederken bıraktığı açık ve sessiz bir vasiyetnameydi.
Sayfa 33 - Milli Eğitim Yayınları 1946 BaskısıKitabı okudu
Değişim körlüğüyle ilgili şaşırtıcı bir başka denemede, bir avludan geçmekte olan yayalar deneyci tarafından gelişigüzel biçimde durdurulmuş ve yol tarif etmeleri istenmiştir. Her şeyden habersiz olan denek yolu tarif etmeye çalışırken lafının orta yerinde, bir kapı taşımakta olan işçiler kendisiyle deneyci arasından kaba biçimde yürüyüp gidiyor ve bu arada da, kapının ardına gizlenmiş yardımcısı, deneyicinin yerine geçmiş oluyordu. Kapı geçtikten sonra deneğin karşısında duran kişi, artık başka biriydi sonuçta. Deneklerin çoğu, konuşmakta oldukları kişinin başlangıçtaki kişi olmadığını fark etmeksizin yol tarifine devam etmiştir.
dört yapraklı yonca…
büyüdün, tekmeyle girdiğin avludan
tokatla çıktığın eve kadar
büyüdün, eyyüp bir kuyuya öğüt
ceylan bir yüze hatip
bir eliyle eli ve alemi
kör eliyle kendini okuyan hafız oldun
ben ve taş!
biri diğerini sever sandım
yeminle deniz bir yerde olamam
beyaz yüzüm gövdemin acı eviymiş
mezar yüzüm gövdeme sızı taşıymış
beşinci recim diye taşa toprağa bulaşsam
o tek! dört hatip ve dört kitap
bunları susup susup kimseye anlatamam
Yüzü kıpkırmızı olan Julie, boğazından kopan hıçkırığa engel olamamış, ağlamaya başlamıştı, şimdi öyle yoğun duygularla yoğrulmuştu ki, başta babası olmak üzere bunu kimse anlayamazdı. Avludan merdivenlere doğru seğirten bir subay bu haykırış üzerine birden döndü, bahçenin kemerlerine kadar geldi; bir ara, humbaracıların tüylü şapkaları ardında kalmış olan kızı tanıdı. Sonra da kendisinin verdiği buyruğu bu kızla babası uğruna yine kendi bozuverdi. Ardından, kemerleri kuşatan kalabalığın söylenmelerine aldırmadan, kızı usulca çekti. Julie, artık, göklerde uçuyordu.Yaşlı adam subaya, ciddi olduğu kadar alaylı bir tavırla, “Julie’nin kızmasının da, sabırsızlanmasının da neden ileri geldiğini şimdi anladım” dedi. “Demek, sen burda görevliymişsin.
İstekayı çektim; birlikte avludan ana lobiye doğru yürümeye başladık. Bir ara başını yana çevirip masanın üstünde duran beyaz güllerle dolu vazoyu gördü. Gülümsedi; gözlerinin kenarlarının kırıştığını gördüm.
"Stella, gül mü çalıyorsun? Önce koca bir adımı çaldın, şimdi de sıra güle mi geldi?"
Güldüm, uzanıp kulağımın arkasındaki güle dokundum. "Yakaladın beni. Evet çaldım."
İstekanın diğer ucunu çekiştirip başını iki yana salladı.
"Ona çok daha iyi bir yuva bulmuşsun."