Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve
"Gülüşlerinde ölmek istiyorum ama sonra diyorum ki ölümün adı çıkmış Şafak, adını duyan soluyor... Solmasın. Açsın. Senin yüzünde hep güller açsın."
"Ben, sen varsan gülerim. Sen varsan açar güllerim, sen varsan bayram yerine döner bütün bahçelerim. Seninle bahar benim bütün mevsimlerim. Her günüm mayıs ay gibi güllük gülistanlik, her zerrem yaz çiçekleri gibi canlı. Ben, senin yanında hep gülerim, hep açarım güllerimi de sensiz sonbahar olur dallarım. Sen yoksan kışa döner mevsimlerim, küser çiçeklerim. Solar, bir bir ölürler."
Gece bastırıp yıldızlar göründüğünde,
bir sokak fenerine
dönüşür ruhum.
Titrek bir ışıkla,
arar yolunu karanlık içinde,
kediler gibi âşık
gece çatılarında, yeşil kıvılcımlar çakan gözlerle.
İnsanlar ve serçeler
uyurken,
bir tek gemiler salınır limanlarda.
Bir kilisenin çatısından
yükseldiğinde ay,
kibritler
tutuşur gözlerimde
ve ben gülerim.
Yağmur damlaları düşerken --
yalnızca
gölgem ve rüzgâr eşlik eder bana.
Ve ellerimde,
güzel bir çocuğun kokusu hâlâ.
Duydum ki: Ufak bir işyerinde patron gene aynı bayat hikayeyi anlatıyordu. Ve herkes gülüyordu - gülmeleri gerektiği için! Hepsi hikayeden çok sıkılmıştı, ama patron patrondur, ve patron espri yaptığında gülmen lazımdır - görevinin parçası olarak. Sadece bir daktilocu kadın gülmüyor, gayet ciddi bir şekilde oturuyordu. Patron, "Neyin var senin?" dedi. "Niçin gülmüyorsun?"
"Bu ay işten ayrılıyorum" dedi kadın - o zaman ne diye gülecekti ki!
Şöyle bir şey oldu:
Nasreddin Hoca bir yabancının kahvede anlattığı hikayeyi pür dikkat dinliyordu. Ama adam o kadar belirsiz konuştu ve hikayenin en can alıcı yerini öyle berbat etti ki hiç komik olamadı, ve Hoca dışında kimseler gülmedi. Ama Hoca gayet içten güldü.
"Niye güldün, Nasreddin?" diye sordum ona, yabancı gittikten sonra.
"Ben hep gülerim," diye cevap verdi Nasreddin. "Eğer gülmezsen, bakarsın bir daha anlatmaya kalkışır."
İnsanların kendi sebepleri var. Gülmek bile iş sayılıyor; gülmek bile ekonomik, politik bir olay. Gülmek bile sadece gülmek olmaktan çıktı. Tüm saflık yitirildi. Saf, içten, çocuksu bir kahkaha atamaz oldun. Ve eğer saf bir kahkaha atamıyorsan çok değerli bir şeyleri kaybediyorsun demektir. Bekaretini, saflığını, masumiyetini kaybediyorsun.