Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan insan vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?
Bunu kitap okuyormuşum gibi düşün, derinden sevdiğim bir kitap. Ama artık onu yavaş okuyorum. Bu yüzden sözcükler arasındaki boşluk o kadar büyüyor ki sonunu getiremiyorum. Hâlâ seni hissedebiliyorum, hikayemizdeki sözleri de ama bunu artık sadece kelimelerin arasında mesafelerin olmadığı bir yerde yapabiliyorum, maddesel dünyaya benzemeyen bir yerde, başka bir şeyin var olup olmadığını bile bilmediğim bir yerde. Seni çok seviyorum. Ama artık olduğum yer burası. Olduğum kişi artık bu. Ve gitmeme izin vermen gerek. Ne kadar istesem de, artık senin kitabını yaşayamam.
Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olur da onu bir başkası sever, sevebilir?
Ona olan aşkımı asla sözcüklere dökememiştim, ama eğer bakışlarında bir dili varsa, dünyanın en aptal insanı bile onun için deli divane olduğumu anlayabilirdi.
Ama bana dokunmana fırsat kalmadan ruhum şu tepeyi tırmanmış olacak. Seni istemiyorum Edgar. Seni istediğim günler geçti… Kitaplarına dön… Bir avuntun olduğu için mutluyum, çünkü bende neyin varsa hepsini yitirdin.
Onu bana hatırlatmayan ne var ki? Şu döşemeye baksam, taşların üzerinde onun yüzünü görüyorum. Her bulutta, her ağaçta o var. Geceleyin hava onunla dolu, her şeyde ondan bir parıltı var; gündüzleri ise çevremde ondan başka bir şey yok, her yerde o! Rastladığım kadın ve erkek yüzleri, kendi yüz çizgileri bile, bir benzeyiş içinde benimle eğleniyorlar. Bütün dünya korkunç anılarla dolu; nereye baksam onun yaşamış olduğunu ve benim onu yitirdiğimi görüyorum!
İyice biliyorum ki, kış ağaçları nasıl değiştirirse, zaman da benim sevgimi değiştirecektir. Heathcliff'e olan sevgim ise toprak altındaki değişmez kayalar gibidir.