Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hasan Baybörek

Hasan Baybörek
@bayborekhasan
Kimyager
Ege Üniversitesi
İzmir
İzmir, 13 Nisan 1988
60 okur puanı
Eylül 2020 tarihinde katıldı
Bir insan ölünce ölmez. Ondan başkaları daha uzun zaman bahsederler. Ve bir gün bir yerde adı son defa geçer... Ölümünden belki elli yıl sonra, belki yüz yıl sonra... Son defa, bir daha hiç hiç anılmamak üzere... İşte o zaman gerçekten ölür o insan... Jules Romains ...
Reklam
İyilik ve Kötülük
Kötülük bütün dünyayı mahvedebilir, çünkü bir mantar gibi yüzeyde çoğalır. Buna karşın derin ve radikal olan her zaman sadece iyiliktir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İsmet
29 Ekim 1923... Cumhuriyet ilan edildi... 30 Ekim 1923 sabahı... Mustafa Kemal kendi elyazısıyla İsmet'e mektup yazdı. Cumhuriyet'in ilk cumhurbaşkanı, Cumhuriyet'in ilk gününde, Cumhuriyet'in ilk başbakanına şöyle diyordu... "Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Bize, geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney... Ama yılmamak zorundayız. Yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev bu. Özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız. Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim, Allah yardımcımız olsun."
Men Atatürk'ün esgeriyem
Ebulfez Elçibey. Azerbaycan'ın elbet bir gün bağımsız olacağına, halk egemenliğine dayalı demokratik bir cumhuriyet olacağına inanıyordu. Rol modeli Mustafa Kemal'di. "Men Atatürk'ün esgeriyem" diyordu. Tutuklandı. 1,5 yıl hapis cezası verdiler. KGB zindanlarında, taş ocaklarındaki ağır şartlarda hayatta kaldı. "Çok işkence gördüm, çok çektirdiler, hiçbirine yanmam da, Atatürk rozeti vardı yakamda, onu aldılar elimden, ona yanarım" diyordu. Çıkar çıkmaz, bağımsızlık mücadelesine kaldığı yerden devam etti. Azerbaycan Halk Cephesi'ni kurdu. Bir yandan özgürlük, bir yandan Ermenistan'a bırakılan Türk topraklarını geri almak için boğuştu. Sovyetler dağılınca, Azerbaycan cumhurbaşkanı oldu. İlk resmi ziyaretini Türkiye'ye yaptı. Anıtkabir'e gitti, şeref defterine "ey böyük Türk'ün böyük komutanı, seni ziyaret etmekle özüm ve bütün milletim adına şeref duydum" diye yazdı ve aynen şöyle imzaladı, "senin esgerin, Ebulfez Elçibey." Anıtkabir'den sonra TBMM'ye gitti, kürsüye çıktı, milletvekillerimize hitaben aynen şunları söyledi: "Biz bu mücadeleye başlarken, bana sordular, ne yapacaksınız, onlara dedim ki, yolumuz Mustafa Kemal'in yoludur, demokrasi devleti kuracağız!"
Reklam
Türk nedir derseniz...
Şöyle tarif etmiş Atatürk... "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne, yedi bin senelik Türk beşiğidir. Bu beşik, tabiatın rüzgarlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı. Onları, tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek oldu, yıldırım oldu, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
Boğazdaki Türk Kilidi: Montrö Sözleşmesi
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Neden ve Nasıl İmzalandı? Atatürk, ilk fırsatta Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirmek istiyordu. 1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile bunu başardı. Atatürk, "Lozan'ın Montrö'de taçlandığını" söyleyecekti. 1930'ların başında Atatürk Türkiye'si, Mussolini İtalya'sının Doğu Akdeniz ve Balkanlardaki saldırgan politikalarını yakından takip ediyordu. Türkiye, 1933'te Londra Silahsızlanma Konferansı'nda ve 1935'te Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'nda Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesini talep etti. 1935'te İtalya'nın Habeşistan'a saldırması ve 12 Ada'yı silahlandırmaya başlaması, Almanya'nın Ren bölgesine asker çıkarması ve Lokarno Güvenlik Antlaşmalarına son vermesi Türkiye'ye aradığı fırsatı verdi. Atatürk, "Avrupa'nın durumu böyle bir girişim için elverişlidir. Bu işi kesinlikle başaracağız" diyerek harekete geçti. Türkiye, 11 Nisan 1936'da Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin imzacı ülkelerine birer muhtıra vererek yeni bir Boğazlar rejimi belirlemek için bir konferans toplanmasını istedi. Konferans toplandı. 20 Temmuz 1936'da İngiltere, Fransa, Japonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye, toplam 29 madde, 4 ek ve bir de protokolden oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni imzaladı. Böylece 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan beri tam 162 yıl devam eden "Boğazlar Sorunu" , 1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ulusal çıkarlara uygun olarak çözüldü.
Panzehir: Laiklik
11. yüzyılda Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in Bağdat'taki Abbasi halifesinin siyasi yetkilerini elinden alıp halifeyi sadece din işlerinden sorumlu hale getirmesi ve böylece dinle siyaseti birbirinden ayırması da bir tür laiklik uygulamasıydı. Bu gerçeği bilen Atatürk, kendi ifadesiyle, Fransız laikliğiyle birlikte bu Türk laikliğinden de ilham aldı. Atatürk'ün ifadesiyle "Türkiye Cumhuriyeti'nin karakteri laiktir." Atatürk bu laik karakterli Cumhuriyet için adım adım ilerledi. 1920'de "Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur" diyen meclis kararıyla ve "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen 1921 Anayasası'yla dinsel temelli halife/padişah egemenliğinin yerini dünyevi temelli millet egemenliği almaya başladı. 1922'de saltanatın, 1924'te halifeliğin kaldırılması, 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye'de egemenliğin kaynağı tamamen değişti. Laik Cumhuriyet, dine veya dindara değil, Atatürk'ün tabiriyle "Dinden menfaat sağlayan din oyunu aktörlerine" savaş açtı. Atatürk şöyle diyordu: "Dinden menfaat temin eden kimseler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz bu kimselerdir."
Bir Cumhuriyet Kurumu: Süt Damlası
Genç Cumhuriyet, yüzde 80'lere varan çocuk ölüm oranını azaltmak, çocukları yaşatmak için "Süt Damlası" adlı kurumlar kurdu. Atatürk'ün 1935 CHP Parti Programı'na koyduğu ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nca hayata geçirilen Süt Damlaları bir Cumhuriyet kurumudur. İhtiyacı olanlara ücretsiz süt dağıtmak da Cumhuriyetçi bir sosyal-devlet uygulamasıdır. Çocukları yaşatmak ve korumak için her şeyden önce ilaca, aşıya ve süte ihtiyaç vardı. İşte bu nedenle Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurduğu kurumlardan biri "Süt Damlası" adını taşıyordu. İlk "Süt Damlası" kurumu Himaye-i Etfal Cemiyeti'nce 1923'te İzmir'de kuruldu. Dr. Safiye Ali, "Küçük Çocuklar Muayenehanesi ve Süt Damlası" adlı bir de kitap yazdı. Süt Damlaları'nın kuruluş amacı, önce sütü gelmeyen annelerin bebeklerine veya anneleri ölmüş fakir çocuklara, sonra da tüm ihtiyacı olan çocuklara yaşlarına uygun olarak her gün mikropları öldürülmüş süt vermekti. Süt Damlaları ayrıca çocukları, haftada bir gün muayene edip tartarak gelişimlerini takip edecek, aşılarını yapacak, hasta çocuklara ilaç verip onları tedavi edecek ve anneleri, çocuk sağlığı konusunda bilgilendirilecekti.
Atatürk'ün Sağlık Devrimi
Atatürk, Milli Mücadele'nin daha başlarında bir sağlık cephesi oluşturdu. TBMM'nin açılmasından sadece 10 gün sonra, 2 Mayıs 1920'de çıkarılan 3 numaralı kanunla tarihimizdeki ilk sağlık bakanlığı, "Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı" kuruldu. Böylece düzenli ordu kurulmadan önce sağlık bakanlığı kurulmuş oldu. Milli Mücadele yıllarında Urla ve Sinop'ta kuduz tedavi merkezi ve karantina merkezi, İstanbul, Sivas ve Diyarbakır'da aşıhane ve bakteriyoloji laboratuvarları, Eskişehir ve Niğde'de tıbbi malzeme merkezleri açıldı. Erken cumhuriyet döneminde koruyucu hekimlere yüksek maaş verildi. Şöyle ki bir sıtma savaşı hekiminin maaşı validen fazla, trahom savaşı teşkilatı başkanının maaşı ise milletvekili maaşının üç katıydı. Salgın hastalıkların zararlarını halka gösterebilmek için "Sağlık Müzeleri" kuruldu.
Reklam
Cumhuriyetin Ruhu
Cumhuriyet, "kayıtsız şartsız ulusal egemenliği" esas alır, "laiktir" ve "ulus bilincine" dayanır. Ulusal egemenliğin kayıt ve şartlarla sınırlandığı, laik olmayan ve ulus bilincine dayanmayan bir cumhuriyet, ruhunu kaybetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Atatürk, 1930'da "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabında Türkiye Cumhuriyeti'nin neden laik olduğunu şöyle açıklamıştı: "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar, ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telakkisi, vicdani olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür." (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları,s.56)
Misak-ı Milli Gerçeği
Misak-ı Milli (Ulusal Ant), Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına dayanır. İlk Misak-ı Milli taslağını 19 Ocak 1920'de Ankara'da bizzat Atatürk kaleme aldı. İsmet Paşa bu taslak metin üzerinde çalıştı. Mebusan Meclisi, 28 Ocak 1920 tarihli özel ve gizli oturumda Erzurum Milletvekili Celalettin Arif ve 121 milletvekilinin imzaladığı bu metni "Misak-ı Milli" adıyla kabul etti. 6 maddelik ve toplam 1.5 sayfalık Misak-ı Milli'ye göre Müslüman Araplar kendi geleceklerine kendileri karar verecekti. Kars, Ardahan, Batum ve Batı Trakya için halk oylaması yapılacaktı. İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin güvenliği sağlanmak kaydıyla Boğazların dünya ticaretine açılmasına, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oy birliğiyle karar verilecekti. Azınlık hakları, komşu ülkelerdeki Müslümanların da aynı haklardan yararlanması koşuluyla güvence altına alınacaktı. Kapitülasyonların kaldırılmasına karşılık Osmanlı borçları ödenecekti. Görüldüğü gibi Misak-ı Milli'de sınırlar kesin olarak çizilmemişti. Atatürk, Lozan Antlaşması'nın Misak-ı Milli'ye aykırı olduğunu söyleyenlere mecliste şöyle demişti: "Efendiler, toprak konusu ve sınır konusu, Misak-ı Milli'nin bilindiği gibi birinci maddesinde yer almaktadır. Ancak Misak-ı Milli şu çizgi, bu çizgi diye hiçbir zaman sınır çizmemiştir. O sınırı çizen şey, milletin menfaati ve yüksek kurulumuzun yerinde ve doğru kararıdır. Yoksa haritası mevcut bir sınır yoktur." (TBMM ZC. C.4, s. 173,174)
Bedeli Ödenmiştir!
5 Ağustos 1921'de, Atatürk, meclis tarafından üç ay süreyle olağanüstü yetkili başkomutanlığa getirildi. Başkomutan Atatürk, işte bu koşullarda, bir ölüm kalım savaşı durumundaki Sakarya Savaşı öncesinde, 7-8 Ağustos 1921'de Tekâlifi Milliye Emirleri'ni yayınladı. Başkomutan, tahvil olmadan iç borçlanmaya gidecekti. Şöyle ki, Maliye Bakanlığı'na
Aziz Nesin
Eğitim/Eğitilmiş insan önemlidir. Eğer insana dönük böyle bir çabanız yoksa; toplumdaki her tür çürümeye, yozlaşmaya, değer yitimine de hazır olmalısınız.
Düşünce
"Beni yok edebilirsiniz, ama benim düşüncelerimi yok edemezsiniz" Sokrates "Düşünceler sürgün edilemez" Ovidius
147 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.