Hem baharın herbir günü, herbir haftası, birer taife-i nebatatın birer bayramı hükmünde olduğu için, herbir taifesi dahi kendi Sultanının o taifeye ihsan ettiği güzel hediyeleri teşhir için ona taktığı murassa' nişanları birer resm-i geçit tarzında o Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhud ve işhadına arzettiğinden ve öyle bir vaziyet gösterdiğinden, bütün nebatat ve eşcar güya "San'at-ı Rabbaniye murassaatını ve çiçek ve meyve denilen fıtrat-ı İlahiyenin nişanlarını takınız, çiçekler açınız." emr-i Rabbaniyeyi dinliyorlar ki, rûy-i zemin dahi gayet muhteşem bir bayram gününde, şahane resm-i geçitte, sürmeli formaları ve murassa' nişanları parlayan bir ordugâhı temsil ediyor. İşte şu derece hikmetli ve intizamlı teçhizat ve tezyinat; elbette nihayetsiz kadîr bir sultanın, nihayet derecede hakîm bir hâkimin emriyle olduğunu kör olmayanlara gösterir.} Sözler - 52
Yalnız bu kadar var ki; bir zarf içinde gönderilen yirmibeş banknot bulundu, kimin tarafından olduğunu bilemedik. Bilirsiniz ki, bütün ömrümde kimseden hediyeleri kabul edemiyorum. Hattâ Rüşdü'nün bu defaki hediyesini reddedip hatırını kırdım, geri çevirdim. Cenab-ı Hak, beni muhtaç bırakmıyor. İnsanlara da muhtaç etmiyor. Beni merak etmeyiniz. Fakat Mübarekler Heyetinde öyle bir şahs-ı manevî hissediyorum ki, kaidemi ona karşı muhafaza edemiyorum. O şahs-ı manevîyi kızdırmamak ve rencide etmemek için, yalnız o paradan borç olarak beş lirayı bu bayram umûr-u hayriyesine sarfetmek için kabul ettim. Yirmisini Sabri vasıtasıyla ve namıyla geri gönderip iade ediyorum, gücenmeyiniz. Ve bilhâssa ﺣﺴﻦ ﻉ ﻡgayet müstesna kalemiyle dört güzel hediyeleri pek çok kıymetdar göründü.
Reklam
İnsanlar, İslâmın üzerimizdeki yansımasından, tatbikinden huzur bulmalılar
İstanbul'da bir akşam toplantısına da’vet edilmiştim. Yunanistan'dan gelen yaşlı bir hanım Müslümân olmuş. Kendisi uzun seneler Yunanistan'da kalmış birisi ve nihayet İstanbul Müftülüğünde Müslümânlığını resmen tescil ettirmiş. O günün akşamı akrabasının evine gitmiş. Biz de o gün aynı yerde bulunuyoruz. Kadın bu güne eriştiğinden, son derece memnûn. Biz daha söze başlamadan önce dedi ki: ‘’Tabii buraya geldiniz, toplandınız. Benim niçin Müslümân olduğumu merâk ediyorsunuz. Siz sormadan ben size kısaca anlatayım. Biz Konyalı zengin, Müslümân bir ailenin yanındaydık. Babam, annem ve kardeşlerim bu evde hizmetçilik yapıyorduk. Bu ailenin son derece zengin bir efendisi vardı. Bu efendi memleketin sayılı zenginlerinden olmakla beraber son derece mütevazı’ bir insandı. Ben çocukluğumda hiçbir bayram hatırlamam ki; bu Müslümân ev sâhibi, kendisinin hizmetçisi olduğumuz hâlde bayramlarda bize, hizmetçinin çocuklarına verdiği hediyeleri, yeni ayakkabıları kendi öz çocuklarından daha sonra almış olsun. Her bayram önce bize alır, ondan sonra kendi çocuklarına en fazla aynı kalitede ayakkabıyı alırdı. Çok zengin bir insana bu tutumu veren böyle bir dine, kırk seneden beri ben hayrân kalmayayım da kim kalsın? Bugün böyle bir dinin mensûbu olmak şerefine eriştiğim için hayâtımın en mesûd gününü yaşıyorum.’’
Sayfa 81 - PDF
:) Yani: Güya çiçek açmış herbir ağaç, güzel yazılmış manzum bir kasidedir ki; o kaside Fâtır-ı Zülcelal'in medayih-i bahiresini(apaçık methetmelerini) inşad edip(şiirleştirip), şâirane lisan-ı hal ile söylüyor. Veyahut o çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, tâ Sâni'-i Zülcelal'in neşir ve teşhir olunan acaib-i san'atını bir-iki gözle değil, belki binler gözlerle baksın; tâ ehl-i dikkati öyle baktırsın. Veyahut o çiçek açan herbir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususî bayramında ve resm-i geçit-misal bir anda yeşillenmiş a'zâlarını en süslü müzeyyenatla süslemiş. Tâ ki, onun Sultan-ı Zülcelal'i, ona ihsan ettiği hedayayı(hediyeleri) ve letaifi ve âsâr-ı nuraniyesini(nurlu eserlerini) müşahede etsin. Hem meşher-i san'at-ı İlahiye(Allaha ait sanat sergisi) olan zeminin yüzünde ve bahar mevsiminde, murassaat-i rahmetini(süslenmiş rahmetini) enzar-ı halka teşhir etsin. Ve şecerin hikmet-i hilkatini beşere ilân etsin. İncecik dallarında ne kadar mühim hazineler bulunduğunu ve ihsanat-ı Rahmaniyenin meyvelerinde ne derece mühim defineler var olduğunu göstermekle kemal-i kudret-i İlahiyeyi göstersin. Sözler - 600
Samiha Annemizin mizacı hakkında
Fâtih'deki evine dönerken vapurda evin anahtarlarını eline aldığına pek çok defa şâhit olmuşuzdur. Bunun sebebini: "Ben yanımdakileri kapının önünde bekletmemek için, Fatih'e giderken, anahtarımı çantamdan çıkarıp daha Üsküdar'da iken elime alırım." diye izah ettiğini Müjgân Cunbur Abla' mızdan dinlemiştik. Gene kendi kalemiyle mizaçlarının bu tarafını Vehbi Ağabey'e şöyle anlatır: "Senin annen mizaç itibariyle çok tez canlıdır. İşte benim bu tez canlılığım bir işi vaktinde bâzen de vaktinden evvel yapmam için beni zorlar. Meselâ bayram hediyelerini, daima ramazan başında hazırlamış olurum. Bazen de birkaç ay evvelinden oluverir. Onun için Nâdîde Hanım kardeşimle sana gelen yün ceketler için sakın telâşa düşüp üzülme." Öyle ki bâzen bu tezcanlılığı yüzünden erken hazırladığı hediyeleri vaktinden evvel verir, bayram gelince bir daha verirdi. Zira vermeye, hediye etmeye doyamazdı.
Mutfakta harıl harıl yanan ocakların çevresinde itişip kakışan bir kalabalık vardı. Herkesin gözü malının üzerindeydi; aşçılar günlük yemeği hazırlamaya başlamışlardı, çünkü bugün yemek daha erken yenecekti. Hiç kimse ağzına tek bir lokma koymuyordu, bazılarının canı çekiyordu aslında, ama başkalarının karşısında nezaketlerini kaybetmek
Reklam
16 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.