Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Samiha Annemizin mizacı hakkında
Fâtih'deki evine dönerken vapurda evin anahtarlarını eline aldığına pek çok defa şâhit olmuşuzdur. Bunun sebebini: "Ben yanımdakileri kapının önünde bekletmemek için, Fatih'e giderken, anahtarımı çantamdan çıkarıp daha Üsküdar'da iken elime alırım." diye izah ettiğini Müjgân Cunbur Abla' mızdan dinlemiştik. Gene kendi kalemiyle mizaçlarının bu tarafını Vehbi Ağabey'e şöyle anlatır: "Senin annen mizaç itibariyle çok tez canlıdır. İşte benim bu tez canlılığım bir işi vaktinde bâzen de vaktinden evvel yapmam için beni zorlar. Meselâ bayram hediyelerini, daima ramazan başında hazırlamış olurum. Bazen de birkaç ay evvelinden oluverir. Onun için Nâdîde Hanım kardeşimle sana gelen yün ceketler için sakın telâşa düşüp üzülme." Öyle ki bâzen bu tezcanlılığı yüzünden erken hazırladığı hediyeleri vaktinden evvel verir, bayram gelince bir daha verirdi. Zira vermeye, hediye etmeye doyamazdı.
Abdülselâm Bey’in Bayram Hediyeleri
Düzine ile ipek mendiller,kravatlar,gömlekler,kızlar için belki de ucuz cinsten mücevherler,erkek çocuklar için saatler,eski emektarlar için alınmış entarilikler üst üste,paket paket odasına dizildi...
Sayfa 36 - Karakter: Hayri İrdalKitabı okudu
Reklam
Akşemseddin
Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamzadır. Şam'da dünyaya gelen Akşemseddin'in nesebi Hz. Ebû Bekir'e dayanır. Babası Şeyh Hamza ile birlikte yedi yaşında iken Şam'dan Amasya'ya gelerek o zaman Amasya'ya bağlı olan Kavak ilçesine yerleşir. Dinî ilimlerin yanı sıra Matematik, Tıp, Astronomi gibi dersleri de içine alan
Hem baharın herbir günü, herbir haftası, birer taife-i nebatatın birer bayramı hükmünde olduğu için, herbir taifesi dahi kendi Sultanının o taifeye ihsan ettiği güzel hediyeleri teşhir için ona taktığı murassa' nişanları birer resm-i geçit tarzında o Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhud ve işhadına arzettiğinden ve öyle bir vaziyet gösterdiğinden, bütün nebatat ve eşcar güya "San'at-ı Rabbaniye murassaatını ve çiçek ve meyve denilen fıtrat-ı İlahiyenin nişanlarını takınız, çiçekler açınız." emr-i Rabbaniyeyi dinliyorlar ki, rûy-i zemin dahi gayet muhteşem bir bayram gününde, şahane resm-i geçitte, sürmeli formaları ve murassa' nişanları parlayan bir ordugâhı temsil ediyor. İşte şu derece hikmetli ve intizamlı teçhizat ve tezyinat; elbette nihayetsiz kadîr bir sultanın, nihayet derecede hakîm bir hâkimin emriyle olduğunu kör olmayanlara gösterir.} Sözler - 52
Mutfakta harıl harıl yanan ocakların çevresinde itişip kakışan bir kalabalık vardı. Herkesin gözü malının üzerindeydi; aşçılar günlük yemeği hazırlamaya başlamışlardı, çünkü bugün yemek daha erken yenecekti. Hiç kimse ağzına tek bir lokma koymuyordu, bazılarının canı çekiyordu aslında, ama başkalarının karşısında nezaketlerini kaybetmek
Hem baharın herbir günü, herbir haftası, birer taife-i nebatatın birer bayramı hükmünde olduğu için, herbir taifesi dahi kendi Sultanının o taifeye ihsan ettiği güzel hediyeleri teşhir için ona taktığı murassa' nişanları birer resm-i geçit tarzında o Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhud ve işhadına arzettiğinden ve öyle bir vaziyet gösterdiğinden, bütün nebatat ve eşcar güya "San'at-ı Rabbaniye murassaatını ve çiçek ve meyve denilen fıtrat-ı İlahiyenin nişanlarını takınız, çiçekler açınız." emr-i Rabbaniyeyi dinliyorlar ki, rûy-i zemin dahi gayet muhteşem bir bayram gününde, şahane resm-i geçitte, sürmeli formaları ve murassa' nişanları parlayan bir ordugâhı temsil ediyor. İşte Sözler - 52
Reklam
O, neden müslüman oldu?
İstanbul'da bir akşam toplantısına davet edilmiştim. Yunanistan`dan gelen yaşlı bir hanım Müslüman olmuş. Kendisi uzun seneler Yunanistan`da kalmış birisi ve nihayet İstanbul Müftülüğünde Müslümanlığını resmen tescil ettirmiş. O günün akşamı akrabasının evine gitmiş. Biz de o gün aynı yerde bulunuyoruz. Kadın bu güne eriştiğinden, son derece memnun. Biz daha söze başlamadan önce dedi ki; " Tabii buraya geldiniz, toplandınız. Benim niçin Müslüman olduğumu merak ediyorsunuz. Siz sormadan ben size kısaca anlatayım. Biz Konyalı zengin, Müslüman bir ailenin yanındaydık. Babam, annem ve kardeşlerim bu evde hizmetçilik yapıyorduk. Bu ailenin son derece zengin bir efendisi vardı. Bu efendi memleketin sayılı zenginlerinden olmakla beraber son derece mütevazı bir insandı. Ben çocukluğumda hiçbir bayram hatırlamam ki bu Müslüman ev sahibi, kendisinin hizmetçisi olduğumuz hâlde bayramlarda bize, hizmetçinin çocuklarına verdiği hediyeleri, yeni ayakkabıları kendi öz çocuklarından daha sonra almış olsun. Her bayram önce bize alır, ondan sonra kendi çocuklarına en fazla aynı kalitede ayakkabıyı alırdı. Çok zengin bir insana bu tutumu veren böyle bir dine kırk seneden beri ben hayran kalmayın da kim kalsın? Bugün böyle bir dinin mensubu olmak şerefine eriştiğim için hayatımın en mesut gününü yaşıyorum."
Fâtih ve Akşemseddin
Hacı Bayram Velî’nin müridi ve halifesi olan Akşemseddin (ö. 863/1459), aynı zamanda âlim ve tabîb idi. İstanbul’un fethinden önce iki defa o zamanki başkent (pâyitaht) Edirne’ye giden Akşemseddin, ilk gidişinde II. Murâd’ın kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, ikinci gidişinde de Fâtih Sultan Mehmed’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmişti. Fâtih’in kızı da Akşemseddin’e Beypazarı’ndaki pirinç tarlalarını hediye etmişti. Fâtih, 1453 yılında İstanbul’u fethetmek üzere Edirne’den yola çıktığında yanında hocası Akşemseddin de vardı. Akşemseddin, İstanbul kuşatmasının en sıkıntılı zamanlarında padişaha ve orduya moral desteği sağladı. Fâtih’e sabretmesini, zaferin yakın olduğunu söyledi. Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okudu. Fâtih’in emri ile sahâbeden Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin mezarını da Akşemseddin buldu. Fetih’ten sonra padişah, Akşemseddin’e mürid olmak ve kendini tümüyle tasavvuf ve maneviyâta vermek istediyse de, Akşemseddin bunu kabul etmedi ve: “Tasavvuf yolunda halvete çekilmekte öyle bir lezzet vardır ki, onu tadarsanız saltanat gözünüzden silinir, padişahlığı bırakmaya kalkarsınız. Siz tümüyle tasavvufa yönelirseniz halkın ve mü’minlerin işleri bozulur, adâletle hükmetmek padişahlar için velilik ve keramettir”, dedi. Fâtih ısrar edince Akşemseddin, İstanbul’dan ayrıldı, Göynük’e gidip yerleşti, Fâtih’in kendisine gönderdiği hediyeleri de geri çevirdi.
Hayatımın En Mesut Günü
İstanbul'da bir akşam toplantısına davet edilmiştim. Yunanistan'dan gelen yaşlı bir hanım Müslüman olmuş. Kendisi uzun seneler Yunanistan'da kalmış birisi ve nihayet İstanbul Müftülüğünde Müslümanlığını resmen tescil ettirmiş. O günün akşamı akrabasının evine gitmiş. Biz de o gün aynı yerde bulunuyoruz. Kadın bu güne eriştiğinden, son derece memnun. Biz daha söze başlamadan dedi ki: "Tabii buraya geldiniz, toplandınız. Benim niçin Müslüman olduğumu merak ediyorsunuz. Siz sormadan ben size kısaca anlatayım. Biz Konyalı zengin, Müslüman bir ailenin yanındaydık. Babam, annem ve kardeşlerim bu evde hizmetçilik yapıyorduk. Bu ailenin son derece zengin bir efendisi vardı. Bu efendi memleketin sayılı zenginlerinden olmakla beraber son derece mütevazı bir insandı. Ben çocukluğumda hiçbir bayram hatırlamam ki bu Müslüman ev sahibi, kendisinin hizmetçisi olduğumuz hâlde bayramlarda bize, hizmetçinin çocuklarına verdiği hediyeleri, yeni ayakkabıları kendi öz çocuklarından daha sonra almış olsun. Her bayram önce bize alır, ondan sonra kendi çocuklarına en fazla aynı kalitede ayakkabıyı alırdı. Çok zengin bir insana böyle bir tutumu veren böyle bir dine ben hayran kalmayayım da kim kalsın? Bugün böyle bir dinin mensubu olmak şerefine eriştiğim için hayatımın en mesut gününü yaşıyorum."
20 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.