Kendime verdiğim sevgiyi büyütüp etrafımdaki her şeyi de yavaş yavaş sararken dönüştüğüm bu insanı sessizce izliyorum şimdi: Bir yabancıyı izler gibi değil; gurur duyduğum, her adımını merakla beklediğim, beni heyecanlandıran birini izler gibi.
En sonunda kendimi seçmem gerektiğini öğrendim. Üzüldüğümde, kırıldığımda, öfkelendiğimde ve canım yandığında bunu geç olmadan fark etmeyi öğrendim. Ağlayan birisine sarılmak ister gibi kendime sarılmak istemeyi, şefkat göstermeyi öğrendim. Kendimi seçmek diğerlerini umursamamak demek değil. Uzun bir süre öyle zannettim. Bu yüzden dönüştüğüm kişiye alışamadım bir süre. Durmadan yanlış yapıyormuşum gibi hissediyordum. Her sabah başka bir bedenin içinde uyanıyormuşum gibi geliyordu. Saçlarımdan, kirpiklerimden, gözlerimden ve ellerimden yüreğime dek. Yabancıydı. Her şeyiyle.
Ruhu odanın havasına, avlandığı ormanlara, altında dolaştığı binlerce zeytin ağacına, ıslık çalarken baktığı bulutlara karışıyor muydu? Ruhlar zamanın bir anında göz göze gelip birbirini tanıyor muydu?
Şu an ben ne mutluyum ne de mutsuz. Sadece her şey geçip gidiyor.Benim şimdiye kadar pandomim sayesinde yaşamayı sürdürdüğüm bu “İnsan” dünyasında, gerçek olduğunu düşündüğüm tek şey bu.Sadece her şey geçip gidiyor.
İçkinin, sigaranın ve fahişelerin insanlara karşı duyduğum korkumu, geçici de olsa, uzaklaştırmak için inanılmaz etkili yollar olduğunu keşfetmem uzun sürmedi.