Bütün ömürlerinde savaş belası içinde yaşamış olan kadınların hâlleri içimi paralıyordu. Âdeta bir mucize olarak yaşayabilmişlerdi. Bir tanesini iyi hatırlıyorum. Bir taraftan örgü örüyor, bir taraftan harpte şehit olan kocasından bahsediyor, aynı zamanda erkek sayısı azaldığı için, koca bulmanın zorluğundan söz ediyordu. Fakat, kimsenin kocasını da elinden almak istemiyordu.
Dedim ki:
— Bu genç milliyetçilerden bir tanesini kaçır, al.
Kahkahalarla güldü:
— Ben de düşündüm ama, hiçbirini beğenmedim, diye cevap verdi.
Albay, "Bu oyunu beğenmedim," dedi. "Beni korkutuyorsun oğlum Hikmet . Bu oyunun sonu kötü ya varacak." "Hayır albayım . Varmayacak. Oyun değil bu, gerçek. Kötü oyunlar geçmişte kaldı artık.
Okur çoğunluğu kalitesi yerlerde.
Deneyimli kitap kurtları yok değil, bunlar arasından şaşırtan, umut veren isimler de çıkıyor ama sayıları çok az.
Dikkat çekici olan, niteliği ne olursa olsun "Eleştiriyi demokratikleştirme" adına bu gürültücü kalabalığın destekleniyor oluşu. Yani herkes bir eser ya da kitap hakkında konuşabilir, kimsenin görüşü bir başkasından daha değerli ve üstün sayılmamalıdır! Özellikle bloglar bu anti-otoriter eğilimin en belirgin, en narsist alanı. Sonuçta piyasa, "çok beğendim — hiç beğenmedim" ağzıyla konuşulan bir düzlemde edebiyatın zaten göçmüş itibarını "bloglar ve twitter" nameleriyle iki seksen yere sermiş bulunuyor.
"Yanıldım, bunu beğenmedim, bu bana göre değilmiş" demesiyle, birinin ona "yanılacaksın, onu beğenmeyeceksin, sana göre olmayacak" demesi arasında fark var. Yaşamak ya da yaşamamak, fark burada.