Okuduğum ilk Yaşar Kemal eseri oldu. İnce bir kitap olmasına rağmen merak uyandıran kurgusu okuru içine çekebiliyor. Yaşar Kemal sıradan bir konudan sıradışı ve etkileyici mesajlar veriyor bu kitapta.
Bir Trende başlıyor olaylar. Anadolu’nun yokuşlu kasabasına tayini çıkan posta müdürü Remzi Bey ve Melek Hanım çileli tren yolculuklarında
Sen geliyorsun ayak seslerinden belli
Ayaklarının yerleri öpüşünden belli
Ki o öpüşler deniz dalgalarına vergi
Ayaklarında menekşelerden bir sergi
Menekşeler mi seni bana getiren.
Uğultulu Tepeler 1847 yılında ilk kez yayımlanmış olup yazarımız Emily Bronte'nun ölmeden 1 yıl önce tamamladığı ilk ve tek eseri olarak günümüze ulaşmaktadır. Ne yazık ki sadece 30 yıl yaşamış ve bu nadide eseri bize bırakarak ölümsüzleşmiştir. Bu kadar erken ayrılmasaydı kim bilir daha ne eserler bırakacaktı demekten de kendimi alamıyorum
Bu 'Stefan Zweig'in ilk okuduğum kitabı oluyor. Kendisine ait kitapları daha yeni kitap raflarıma koydum ve seri şekilde okumaya başladım.
Bu kitabında tek isteği sevdiği erkek tarafından görülmek, tanınmak, fark edilmek olan 30 yaşında bir kadının 13 yaşından beri içinde yaşadığı tutku dolu (ki bence hastalıklı tutku) platonik aşkını anlatıyor.
“Yalnız bu hafta 3 kez dayak yedim.” dedim. “Hem de ne biçim. Yapmadığım şeylerden ötürü bile dayak yiyorum hep suç bende. Artık beni dövmeyi alışkanlık haline getirdiler”
“İyi ama niye yapıyorsun böyle?”
“Bütün bunları yapan aslında şeytan olmalı bir takım şeyler yapma isteği geliyor içimden ve yapıyorum bu hafta Nega’nın çitini ateşe verdim.
İkinci Meşrutiyet döneminde yazılmış bir eserin bugüne yansıması nasıl olabilir merakıyla kitaba başladım. Kitabın önsözünde “bu kitabı hakikat endişesi ile dolu vicdanlar, sonu olmayan bahisleri seven insanlar zevkle okuyabilirler” demişti yazarımız.
Kitabın 1.bölümünde kahramanımız varlık ve yokluğu sorgularken Matrix filmini hatırlattı bana.