Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Zamana "Dur gecme, ne kadar güzelsin," demesiyle kendisini belli edecek bir yaşantı. O kadar güzel ki!
Plasebo etkisi (hissettiğimiz ağrının şeker tableti yutunca hafiflemesi) bu da sinir yolaklarıyla ilgilidir. İnsanların yaklaşık üçte biri, ağrılarının plasebo ilaç kullanınca ciddi oranda azaldığını hisseder. Fakat plasebo etkisi "zihnin maddeye galip gelmesi" şeklinde özetlenebilecek bir şey değildir. Plaseboya olumlu tepki veren insanlara kendilerinin haberi olmaksızın nalokson (eroin ve morfin gibi ilaçların etkisini tersine çeviren bir ilaç) verecek olursanız plasebodan gördükleri fayda da ortadan kalkar. Bu da açıkça gösteriyor ki plasebo bir şekilde kimyasal bir etki gösterir ve bu sürece insan vücudunun doğal olarak ürettiği, sinir sistemi içerisinde salgılanan opioidler, yani morfine benzeyen kimyasallar aracılık eder. Bu opioidlerin etkisini bloke ederseniz plasebonun etkisi de bloke olur. Aslında sinirbilimciler plasebo tepkisinin beyindeki yansımasını görüntüleyebiliyor da. Beyin tetkikleri beynin biliş (idrak), duygu, motivasyon ve daha da önemlisi acı gibi geniş bir yelpazede yer alan çeşitli işlevlerini denetleyen ve kimilerince "acı matrisi" olarak adlandırılan bölgesindeki belli opioid reseptörlerinin etkinleştiğini doğrudan gösterebiliyor. Dolayısıyla acının sihirli bir ilaç kullanınca hafifleyeceği yönündeki beklenti gerçekten de acı deneyimini hafifletir. Fakat bunun tam tersi de geçerlidir. Acı çekileceğine dair beklenti de acının şiddetini arttırır.
Sayfa 33 - Metis BilimKitabı okudu
Reklam
Evvela çocukları izledi Veli Demir. Beyin kıvrımları yeteri kadar gelişmediği için düşünceden ve hatta hislerden bile fazlasıyla uzak davranışlar sergileyen bu patates kafalı yaratıklar insanın bozuk doğasının gözlemlendiği ilk duraklardı. Hayır, aptalca oyunlar oynamaları veya sağa sola koşturmalarını kastetmiyordu. Arzulamanın en ilkel halini
öğretmenlerin bildikleri pek çok şey arasında çoçuk kalbinin kırılganlığı bilinmezliğini koruyordu belli ki.
Reklam
Hayatta önem verdiğimiz şeyler bizi belli davranışlara yöneltir. Hayatta önem verdiğimiz şeyler, ilginçtir ki, canımızı acıtır. Yani herhangi bir durumda canınız acıyorsa bu iki anlama gelir: İlki, müjde! Siz yaşayan bir insansınız. İkincisi yine bir müjde! Siz yaşarken fark etseniz de etmeseniz de bir şeylere önem veriyorsunuz.
Belli ki göçebeliği alışkanlık haline getirmişti.
Ne var ki, bir malın, aynı zamanda da emeğin fiyatı üretim maliyetiyle eşdeğerdedir. Bu yüzden de, işin nahoşluğu arttıkça yapan kişinin ücreti de azalır. Dahası, ister çalışma saatlerinin artışıyla, ister belli bir süre içinde yapılması beklenen işin artışıyla veya makinelerin hızlanmasıyla vs. olsun, makineleşme ve işbölümünün arttığı ölçüde iş yükü de artar.
Reklam
Güneş alçaldı, akşam yakındır, Çık ve bana gel, sevgilim benim! Genç Kazak şarkısını bitirince pencereye yaklaştı: 'Belli ki benim parlak gözlü güzelim derin bir uykuya dalmış!' diye söylendi.
Uzun lâkin çok öte... Rûh bağı...
Yeryüzü şartlarında hiç karşılaşmamış iki kişi... Karşılaşmaları hiçbir hesaba göre imkân dâhilinde görünmeyen şartların çevrelediği bir yaşantı parçası... Tümüyle iki ayrı dünya ve tümüyle iki ayrı dünyanın insanları... Onları kim buluşturabilir? Gene bu dünyamızın tuhaflıklarındandır: onlar, binlerce kilometre uzakta birbirini görmeden yaşamış olsa bile, sesin öylesine düzenlenmiş bir ortak tınısı var bulunuyor ki, o tını, bu iki insanın iletişim kurmasını sağlıyor. İletişim, öyle mi? İletişim deyince akla hemen, karşılıklı konuşma veya araçlar marifetiyle birbirine haber salma işlemi geliyor. Hayır, bu, öyle de değil. Daha önce, birbirinin varlığından haberli olmayan bu iki kişi, şaşırmayın, arı yöntemiyle haberleşebiliyor. Birinin kanat sesleriyle yaydığı sözsüz, kelimesiz dalgacıklar o belli kimsenin kulak zarındaki tınıyla buluşuyor? Nasıl mı? İzahı yok. Ama oluyor. O iki insanın dünyasının dışında kalanlar için anlam taşımayan bu ses tınıları, evrenin kurulduğundan o ana gelinceye kadar, salt o iki insanın bu tınıyı tanıması yönünde oluşmuştur. İsteyen buna okyanustaki kelebeğin kanat çırpması da diyebilir...
Selam ey Araf ehli
-dedi sultan, "bu dağın eteklerinde kaybolduğun belli. Ne arıyorsun?" Sultan cennet ehlindendi. Bir an rahatladım ve "cübbemi kaybettim," dedim. "Kabuğuna bu kadar düşkün bir adam daha önce hiç görmemiştim," diye cevap verdi sultan, "bir zamanlar ben de Allah'ı gösteriş- li kıyafetler, altın tahtlar arasında arıyordum. Ta ki sarayımın çatısında develerini arayan bir meczuba kulak kesilinceye kadar. Yanlış şeyi, yanlış yerde arıyorsun. Kabuğunun peşine düşeceğine, ondan kurtulduğuna sevin!" dedi ve söyleyeceklerimi dinlemeden kafilesini arkasına takıp gitti.
"Belli ki bir hayranın var," dedi Jamie'ye hızla dişlerini göstererek. Sataşma yoktu. Aşırı özgüvenli bir sırıtış değildi. Sadece bir gülümsemeydi. "En büyük hayranı."
Sayfa 233 - Juno KitapKitabı okudu
Mümkündü ki etrafa çok belli etmeden kendi garezlerini yaşamak isteyen küçük bir şehir maymunuydum sadece.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.