Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy…
“Hamuş” derdi Mevlâna kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini?…
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan’ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri… Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
Mesnevi’yi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin “b” harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi “Bişnev!”dir. Yani “Dinle!” Tesadüf mü dersin ismi “Suskun” olan bir şairin en kıymetli yapıtına “Dinle!” diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?
Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. “Neden?” diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla.
Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
"Evet ben sizi vatanına en derin şekilde bağlı bir adam tutkusuyla sevdim... Siz onun tüm umudu, onuru, zaferi idiniz... Bilgi, ilerleme ve terakki yolunda en büyük rehberlerinden biriydiniz.... Kitabınızın tüm asil ruhlarda uyandirdigi öfkeyi anlatamam size... Siz Rusya'yı ancak bir düşünür olarak değil, sanatçı olarak tanıyorsunuz. Manasız
KİTAP TAVSİYEM
ALINTILAR
Ben,senin benden uzak bir başka şehirde yaşamanı bile sevdim...
Aşk...Nesin sen böyle,her zaman acı ve tatsız,tuzsuz musun?Yoksa bana mı kastın?Ah aşk! Seni hiç tatmasaydım keşke,keşke herşey zihnimin muhayyilesinden ibaret olsaydı...
Neden hala onu görünce kalbim ayazda kalmış bir çalı serçesi gibi
bundan uzun zaman önceydi. bir roman düştü gönlüme. aşk şeriatı. yazmaya cesaret edemedim. dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. dünyayı dolaştım. insanlar tanıdım, hikâyeler topladım. üzerinden çok bahar geçti. fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
"hamuş" derdi mevlâna kendine. yani suskun. düşündün mü hiç, bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine suskun adını verdiğini..?
kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. her bir insanı yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. dinlemeyi sevdim. cümleleri, kelimeleri ve harfleri... oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
mesnevi'yi şerhedenlerin çoğu bu ölümsüz eserin "b" harfiyle başladığına dikkat çeker. ilk kelimesi "bişnev!"dir. yani "dinle!" tesadüf mü dersin ismi "suskun" olan bir şairin en kıymetli yapıtına "dinle!" diye başlaması. sahi, sessizlik dinlenebilir mi?
bu romanda her bölüm aynı sessiz harf ile başlar. "neden?" diye sorma, ne olur. cevabını sen bul. ve kendine sakla.
çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.