Bana yazdıklarına, kulağıma gelenlere bakınca senin için haklı bir umuda kapılıyorum. Bir oraya bir buraya koşmuyorsun, bir sürü yer değiştirerek huzursuz olmuyorsun. Bu çırpınışlar hasta bir ruha göredir; olgun, dengeli bir ruhun ilk belirtisi, bence bir yerde duraklaması, kendi kendisiyle kalabilmesidir. ‘’Birçok yazarı, her türden kitabı okumanın belirsiz, kararsız bir yanı olabilir mi?’’ diye de bir gözden geçir bakalım! Ruhunda sürekli olarak yerleşip kalacak bir şey elde etmek istersen, seçkin değerlerle bir arada kalman, ondan beslenmen gerekir. Her yerde olan hiçbir yerde değildir. Yaşamını kona göçe geçiren insanın şu gelir başına: Birçok konukluğu olur ama hiçbir dostluğu olmaz.
Şimdi, Dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün.
Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar.
Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş...
İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor ne de
"Kimdi, geçenlerde ülkenin birinde yüz dokuz, yüz on yaşlarına gelmiş bir kadın televizyona çıktı. Sunucu 'Uzun yaşamın sırrı nedir? 'diye sorunca 'Erkeklerle hiç bir şekilde ilişki kurmamak' dedi tereddüt etmeden. Bence kesinlikle haklı!"
Şimdi buranın içerisi soğuk bir dumanla kaplı. Benim için buranın en güzel zamanı. Baksana, bir tek akşamcılar kaldı. Yalnızlar ve bilgeler ya da umutsuzlar ve ümitsizler sadece işıkların yandığı ve yabancıların Yakınlarında oturduğu, rahatça yalnız kalabilecekleri ama eve gitmelerine gerek bırakmayacak bir yerde Oldukları sürece hiçbir şey umurlarında değil. Belli bir yasta, belli tecrübelerden sonra eve gitmek zor. Dolayısıyla en iyisi, yabancı insanların arasinde hiçbir ilişki kurmadan, tek başına oturacaktır. Bahce ve dostlar, der Epikür, hayatta baska bir şey yok. Bence haklı fakat bahçe namına da fazla bir seye ihtiyaç yok, bazen bir kafenin terasındaki birkaç saksı yetiyor. Ve bi iki dost da yetiyor