“Babanın günahlarının, kaderini belirlemesine izin verme” diyebilmek isterdim ona. Hayretler içerisindeyim. Elbette şaşkınlığım ona değil, kendi memleketimin algılarının 60’lar amerikasından öteye geçememesine. Dönemin buhranını ve gençlerin yaşadıklarını çok iyi anlatan ‘across the universe’ filmini yakın zamanda izlemiştim. Ancak o dönemde yaşamış özgür ruhlu bir kadının ağzından, onun hislerini ve düşüncelerini okumak başkaydı. Sanırım daha fazla okumalıyım bu kadınları, Ursula, Beauvoir, Woolf ve diğer feminist yazarları. Bilmeliyim tarih boyunca çekilen çileleri, suratımıza kapanan kapıları ve kestirip atılan sözleri. Baskıları, beklentileri, dünyayı bu hale getiren sistemin tek cinsiyetçiliğini. Babanın oğlunu öldürdüğü doğu, oğlun babasını öldürdüğü batı hikayelerinde de ortak olan bir yan vardı, kadına yalnızca ağlamak bırakılmıştı. Belki de Sylvia şanslıydı, ona fırsat bırakmadan ölmüştü babası. Zaten bir kadın bunu ne doğu efsanelerinde ne de batının mitlerinde yapardı.
Bu kitabı daha iyi anlamak için kesinlikle Sylvia Plath filmini ve birkaç şiirini gözden geçirmelisiniz.
Ayrıca birkaç yerde sanki kendi cümlelerimi okuyordum. Bu da beni ayrı bir dehşete düşürdü diyebilirim. Tuhaftı Sylvia Plath okumak. Okurken sanki 55 yıllık bir köprünün asfaltında başıma güneş geçmiş gibi yürüyorum. İçimdeki kara bulutların yağmur yağdıracağına emin olsam da onunla tanışmak güzeldi. Bu hepimizin içerisinde debelendiği türden bir varoluş hikayelerinden yalnızca birisi. İyi okumalar!