Amin Maalof'un kitaplarını okurken insan şunu sormadan edemiyor: Bu adam Doğu'yu niye ve nasıl bu kadar iyi biliyor?
Kitaplarını okurken bir yandan da araştırma yapıyorum adamın tüm anlattıkları doğru ve tutarlı.
Öyleyse şu soruyu da sormak gerekir: Peki biz Doğulular, bizim dünyamıza, köklerimize ait bu bilgileri niye bilmiyoruz, bizim tarihimiz bunları bize niye anlatmıyor, bizim tarihçilerimiz, teologlarımız, folklorlarımız, etnograflarımız ne iş yapıyor?
Misal Maniheizm dinini kaç kişi biliyor, bilenler ne kadarını biliyor? Mani diye bir adamın yaşadığını hem de bizim topraklarda yaşadığını kaç kişi biliyor?
Şahsen ben Maniheizm'in Çin ya da Hindistan topraklarında doğan bir din olduğunu sanıyordum. Meğer Maniheizm bir Ortadoğu, bir Mezopotamya diniymiş. Mani de bizzat Sasaniler döneminde Mezopotamya'da yaşamış bir düşünür, peygamber.
Amin Maalof bu romanında yine Doğu'ya ışık tutuyor. Bizi Sasani İmparatorluğuna götürüyor. III. Yüzyılda Roma ve Sasaniler arasındaki çekişmelere sahne olan Mezopotamya diyarında, Dicle kenarında buluyoruz kendimizi. Yani bizi bize anlatıyor...
Amin Maalof bu romanda Maniheizm dininin kurucusu Mani'nin hayatını anlatıyor. Zerdüşt ve Hristiyanlık baskıları altında filizlenen bir din.
Ekmeği koparmadan önce Mani hep şöyle dua ederdi: "Tanrım, bu yemek hazırlanırken toprak, bitkiler ve daha başka yaratıklar mecburen incitildi. Ama bunu yapanların insandaki Işğı beslemekten, senin Kelamını yaşatmaktan başka isteği yoktu."
Doğaya ve canlılara karşı bu kadar hassas bir din öğretisi görmemiştim hiç.