Çünkü aşk bir ağaç gibidir: Kendiliğinden yetişir, kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini sarar ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder.
Halide Nusret Zorlutuna'yı temiz, nahif Türkçesinden ve edebî anlatımından dolayı çok beğenirim. Kitaplarında Osmanlıca kelimeler olsa bile okurken asla yormuyor. Kitap başlangıçta mektuplaşmalardan oluşuyor sonra bölüm bölüm ilerliyor. Adını o dönemde yaşadıkları keyifli, sisli, baygın gül kokulu İstanbul gecelerinden almış. Sisli Geceler
Bir harpte mücahitlerden biri esir ediliyor, Bizanslılar tarafından. Arkada idam sehpaları var. Sehpalarda bir çokları asılmış... Adamı, yanına getiriyorlar, cellâda "dur!" diyor. Cellâd duruyor. Papaz Müslümana diyor ki:
"- İşte gidiyorsun!" Ve ölümü anlatıyor, "Dipsiz kuyu, gidiyorsun! Sana 5 dakika müsaade ediyorum! Bu beş dakika içinde sana hak dinini telkin edeyim, yani Hristiyanlığı... Hak dini telkin edeyim de bâri kurtulmuş olarak git, belki de affedilirsin!"
Böylece hayatının da bağışlanacağını imâ ediyor. Asılmaya mahkûm Müslümanın verdiği cevap insanı eritecek kadar müthiş... Diyor ki:
"- Bu beş dakikayı bana verdiğin için senin elini, ayağını öpmek isterim. Bu beş dakika içinde asıl ben sana hak dini talim edeyim de, ben zaten kurtulmuş olarak gidiyorum, sen de kurtulmuş olarak kal!"
İşte aşk!..
Bütün beşeriyet için de aynı şey... Montesquieu (Monteskiyő) Romalıları anlatan eserinde Roma'nın yıkılışı için şöyle der: "Aşklarını kaybettiler ve kaybolup gittiler!".. Buradaki aşk, dikkat edilirse sadece hakka ait aşk değildir. Aşkın esası Allah'a olan aşk... Fakat bâtıla olan aşka bile, o aşkın sağladığı bir hayatiyet vardır.
Özlediğimiz neslin vasıflarından, birincisi AŞK... Dikkat edin, ihtiyar âşık olamaz. Hiç gördünüz mü, genç gibi âşık bir ihtiyar? Olamaz!.. Kudurabilir, hırsından çatlayabilir, lakin âşık olamaz!
Bitince çekip gitmeli…
Uzatmalarda gol atma hayaline kapılmadan, sessizce efendice terk etmeli sahayı..
İster bir iklim, bir şehir, ister bir aşk, bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun;
yenilince, tüketince direnmemeli...
Bırakıp gitmeyi, yaşanmış olanın güzelliğini korumayı bilmeli.!
Tipi yağacak, kar yağacak.
Hayatında bir çok engeller olacak.
O sisin ardından biri çıkıp gelecek abi...
Ondan sonra o sisi, onunla beraber aşmaya çalışacaksın falan...
Yoksa Yunan Adaları'nda gezerken, lüks bi' teknenin içinde gelen aşkı ben ne yapayım?
"Bana, 'Benimle ilgili kitap yazamayacaksın,' demişti." yazıyor Ernaux, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü alan kitabının son sayfasında. Ernaux'un A.sı diyor bunu ve belki de hiç bilmiyor bile; bir kadında aşka benzeyen yıllık bir tutkunun açtığı derinliklerden çıkanları. Her kadının okuması gereken bu kitabın yayımlandıktan yıllar sonra Nobel'e layık görünmesinin temel sebebi belki de son yıllarda yaşanan aşk gibi görünen can yangınlarının temel nedenlerinin tartışmaları olabilir. Konu her ne olursa olsun bazen derdimiz kişisel değildir sadece o kişinin bizde yaratığını durumun nedenini kendi bedenimizde aramamızdır çünkü her insan bazen kendinden hiç beklemediği sınır aşımları yapabilir ve buna neden olan şey sadece "Yalın (bir) Tutku" dur.
Bugüne kadar okumuş olduğum en güzel, en etkileyici kitaplardan biri diyebilirim. İnceleme yazmak için sabırsızlandım ve biter bitmez sabahı beklemeden yazmaya geldim. Kitap beni öylesine içine çekti ki. Nasıl anlatsam, neler söylesem bilemiyorum. İçerisinde birçok duygu barındıran, dolu dolu, çoğu zaman acı veren bir öyküsü var. Karakterler öyle
“Ne aşkı ya hangi aşk
Aşk yok ki
Olsaydı senle benim
aramda olurdu”
diyorsun Pasolini gibi
“Fanilerle oturmuyorum”
diyorsun bir göksel müzik gitaristi gibi