İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü çıkışlı bir yönetmen olan Metin Erksan, bu arada da Kamera takma adıyla sinema eleştirileri yazmaktadır. Aşık Veysel'in hayatı üzerine kurduğu "Karanlık Dünya", Erksan'ın "ilk film denemesi" olmasına karşılık ilginçtir. Türk sinemasında "ilk gerçekçi köy filmi" olarak dikkati çeker. Erksan bu gerçekçi çizgiyi "Yılanların Öcü"yle (1962) ve 1964 Berlin Film Şenliği'nde "en iyi film" seçilen Altın Ayı ödüllü "Susuz Yaz''la sürdürecektir. Bu ara da bir kent filmi olan "Gecelerin Ötesi'yle de Türk sinemasın da "toplumsal gerçekçilik" adıyla yeni bir akımın oluşmasını sağlayacaktır. Erksan, gerçekte bir "tutku sinemacısı"dır. Bu "tutku", yönetmenin dünyasında bir "kara sevda"dır. Örneğin "Acı Hayat "ta böyle bir tutkuyu anlatırken, sınıfsal çelişkileri de ortaya koyar. 1965'de yönettiği "Sevmek Zamanı" ise, ne kadar soyut bir dünyayı sergilerse de bir "tutkunun şiiri"dir. "Sevmek Zamanı'nın atmosferine son derece uygun düşüp yakaladığı bu "şiirsel estetik", Metin Erksan için olsun, Türk sineması için olsun bir zirvedir. Ve "Sevmek Zamanı" Erksan'ın en kişisel filmidir.
Sayfa 22
O zaman melankolinin kökenindeki karasevdadan yola çıkarak şu soruya yanıt aramaya çalışmak gerek: Aşk hep olanaksız mıdır? Hep hüzünlü müdür? Ayrılık bir kader midir? Hep kara mıdır sevda? Sigmund Freud'un hastalıklı sendromların prototipi olarak gördüğü normal durumlar arasında, uyku ve düşle birlikte yası ve aşk durumunu da saydığını biliyoruz. 1914 tarihli “Narsisizme Giriş” yazısında aşkı “En gelişmiş biçiminde nesne libidosunun yapabildiği öznenin nesne lehine tüm kişiliğinden vazgeçebilmesi” olarak tanımlar. "Yas ve Melankoli" metninde ise "Birbirine zıt her iki durumda, aşk tutkusu ve intiharda, benlik birbirinden çok farklı şekillerde de olsa nesne tarafından büyülenmiştir” der.
Sayfa 130Kitabı okudu
Reklam
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
I. Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden Bebekler hayta hayta yürümeden
Sayfa 17 - Nar Yayınları / AY IŞIĞINDA SERENATLARKitabı okudu
Yüzümüz AK mı KARA mı???
Çocuk doğura doğura hal kalmamış analarda. Üflesen uçacaklar cansızlıktan. Yürekleri yanık, ciğerleri delik... Şöyle bir araştırdım, en az çocuk doğuran kadın yedi çocuk doğur· muş. On, onbeş doğuranlar var. Ama ellerinde kaçı kalmış, o tarafını sormayın. Doğumda ölenler, doğduktan sonraki üç-beş yıl içinde her türlü hastalıktan ölenlerin toplamına bedel oluyor, hesaplanınca. Bu doğarken ölmede de tetanos baş rolü oynuyor. Sonrakilerin ölüm sebebini saymaya ise baş gelemeyiz. Kızamık, boğmaca, ishal, çiçek... Hem sayamıyorum, hem saymak bir fayda sağlamayacak. Saya saya sekizcik ettik dediklerine döner bu iş gide gide. Bir milletin en büyük serveti nüfustur derler. Bugünlerde yine sayılacağız. Sayılalım bakalım. Bana kalırsa, öte dünyaya doğarken gidenleri de saymalı köylerde, yüzümüz ak mı kara mı, meydana çıkar o zaman. Bütün hastalıklar, bütün ilkellikler üşüşmüş köylünün başına. Buna karşılık olarak oraya hiçbir şey yollayamıyoruz. Doktorluğu devletleştirelim diyoruz, lafta kalıyor, şunu yapalım diyoruz, lafta kalıyor. Ondan sonra da siyaset hastalığına tutulup, adamlardan oy toplama yolları arıyoruz. Onları kurtarmaya değil, kendimizi kurtarmaya çabalıyoruz. Onlar tetanoza, kızamığa, satIıcana yaklanırken ötekiler koltuğa ısınıp sandalya hastalığına yakalanıyorlar.
Sayfa 187Kitabı okudu
Arapçada cünun, cinnet veya tecennün sözcüklerinin ikincil anlamları çıldırmak, aklı kaybetmek, delirmek demektir. Mecnun kısaca 'çılgın' ve 'deli' anlamlarına gelir. Nitekim cennet, cenin, cân, cin, hatta ecinni sözcükleri de aynı kökten türerler. Bu kelimenin kökeninde saklanamaz bir gariplik, bir kapalılık vardır. Cünun hep bir örtülmenin,
Sayfa 20 - kapı / delilik özgürlüktürKitabı okudu
“Hilmi Hoca kör oldu, ” dedi geçenlerden biri de. “Neden?” “Gözüne tenturut dökmüş…” Hilmi Hoca’nın evine doğru yürüdük. Köy imamının kardeşi, köyün en akıllısı, lafcısı Hilmi Hoca kör olursa, köy çok şey yitirir. Ne oldu da böyle ettiniz?” dedik. “Ellez’in Kemal’de geçen yıldan kalma göz ilacı var dediler de ona gittiydim gözüme döktürmek uçun. O da sağ olsun döküyüm, dedi ve takadan araya araya buldu geldi parmak kadar bir kara şişe. Yattım, çokça döktü. Ondan gerisini bilmiyorum….” Karısı karışıyor: “Koşuşup vardık ki ak çökelik gibi ağarmış gözleri. Göz ilacı sanarak nekdep hademesinden aldığı tenturutu gel ha etmiş Ellez’in oğlu…” “Mukadderat,” diyor Hilmi Hoca. “Olacak işe çare bulunmaz. Şeytan onun elinden tutacak, göz ilacı diye ötekini döktürecek. Allah öyle karar vermiş çünkü. Boşa yorulmayın Allah’ın dediği olur, kaderden öte yol gitmez…”
Sayfa 96
Reklam
31 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.