Dönemin benzersiz bir ağıtı olarak karşılanan Çoban ile Bülbül İstanbul ve Anadolu'da elden ele dolaştı. Ankara'da yayımlanan
Yunus Nadi Bey'in Yeni Gün gazetesi, Genç Yolcular
dergisi ve birçok yerel yayın organı tarafından iktibas edildi.
Günümüzde bile kimi şiir uzmanları Gökalp'i şairden saymazken onun kendine özgü, kolay anlaşılır ve zaman zaman belki biraz çocuksu dizeleri insanları derinden etkiliyor; verdiği mesajları benimsetiyor ve onu gönüllerin tahtına oturtuyordu. Millette umduğu mutluluğu görmeden ölürse mezar taşına vatan
mahzun ben mahzun yazılmasını isteyen büyük yurtsever ve düşünür Namık Kemal ile Türk aydınlanmasının parlak ışığı Tevfik Fikret'ten daha talihliydi Ziya Gökalp. Atatürk'ü gördü ve tanıdı. Yaptıklarının ve Türkiye'nin kurtuluşunun tanığı oldu. Ondan etkilendi ve onu etkiledi. Evet, uzun yaşamadı ama hiç olmazsa: “Tesettür, ilkel arzulara ve çok eski toplumsal kurumlara kadar uzanan bir adettir, bu alışkanlığın bugün de (1920'lerin başlangıcı) sürüp gitmesi, TÜRK KADININA EN BÜYÜK HAKARETTİR... dediği kılığa bürünmüş Türk kızlarının Atatürk'ü sevmiyoruz, Humeyni'yi seviyoruz... İşgal altında kalsaydık daha mutlu olurduk!.. diye TV ekranlarını kirlettiklerini görmedi...” Hiç olmazsa, Cumhuriyet'te doğmuş, okumuş ama adam olamamış kimi dangıl dungul, ne idüğü malum nankör ve art niyetli politika esnafının, iktidarın yüksek katlarından kasıtlı bir cahillikle dış basının etkili sayfalarına seslenerek Cumhuriyeti kötülediklerine ve Atatürk Devrimlerinin millete travma yaşattığını söylediklerine tanıklık etmedi (Haziran 2008).