Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İkinci Lema
Birinci Nükte: Hazret-i Eyûb Aleyhisselâm’ın zâhirî yaralarının ve hastalıklarının mukābili, bizim bâtınî ve rûhî ve kalbî hastalıklarımız var. İçimiz dışımıza, dışımız içimize bir çevrilse, Hazret-i Eyûb Aleyhisselâm’dan daha ziyâde yaralı ve hastalıklı olduğumuz görünecek. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe kalb ve ruhumuza mütemâdiyen yaralar açıyor. Hazret-i Eyûb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdîd ediyordu. Bizim ma‘nevî yaralarımız ise, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdîd ediyor
Sayfa 51 - SözlerKitabı okudu
Kendilerini derecesiz bir zeka ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekam bütün kuvvetini içinde bulunduğu ana sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü görmüştüm; buna içimdeki şeytan diyordum. Müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu. İçimizde şeytan yok; içimizde aciz var tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey, hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var. Hiçbir şeyi zerre düşünmeye hatta bir parçaçık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
Reklam
Bir Nükte
Osmanlıca düşünürsek, 'nükte' kavramı işimize yarayabilir: Zor ve beklenmedik—olmadık—bir durumdayken şaka yapabilmektir bu: durumun 'vehamet'ine 'halel' getirmek şöyle dursun; belki, tersi­ne, onu vurgulayan bir nükte... (Burada aklıma Thomas More'un son sözleri geliyor: İdam sehpasında, kafasını kütüğün üstüne koy­ muşken, kaldırır, cellatına, "Dur da sakalımı kenara çekeyim— o suç işlemedi; kesilmesine gerek yok" der...)
Hisler
Gittiğim psikiyatrist; Bana hislerin olmadığından bahsetti. His denilen şeyin olmadığından… Kesinlikle katılmıyorum. Çünkü huzursuzluk bir duygu değildir, değersizlik, umursamazlık, vb. Bir duygu değildir. Duygu bedensel olarak da verilebilen tepkinin karşılığıdır üzüldüğümüzde ağlarız elbette her üzülen ağlamaz ama sesimiz değişir, mimiklerimiz, yüzümüz… mutluyken güleriz. Neşeliyken de mihvali tepkiler veririz belki. Canımız yandığında bağırır, korktuğumuz da kaçarız. Ama “içimde kötü bir his var” bir şüphe içerir ve şüphe de duygu değildir. Belirsizlik ruhun karanlığıdır bu da duygu değildir. Akıl ve kalbin ortak işidir. İştir, ruhtan gelen ve aklı meşgul eden bişeydir zannımca. Ama duygular ne kadar varsa hisler de bir o kadar vardır ve hakimdir insana. Belki de duygulara yön veren bir yolun yordamıdır. Duygular insanı zihinsel ve bedensel olarak yormuyordur belki ama hisler yorar, yolda yürümekle bağdaşınca duygular birikmez ama hisler birikir kara kara. Duygu başka his başka bütüncül bir çerçevede akıl başka, beyin başka, düşünmek başka. Aynı şekilde kalp başka duygu başka zihin başka. “Duygularıma tercüman oldu” derken bile bir nükte bırakıyoruz duyguların ifade edilebilir tarafına. Bir anne kızarsa çocuğuna ve ağlarsa çocuk üzüntü duygusuna ve yine acırsa anası yavrusuna gidip gönlünü de alırsa şimdi hangi vakıa kimin tezgahında. Olmaz hislenmez mi insan hiç duygulanır da. İnsan da aynı kainat gibi bütüncül bir yapı içinde karşılıklı temasta. Maddi manevi bir takım unsurların ipe asılışında.
1618 Lokma da, nükte de kâmile helâldir. Sen kâmil değilsin. Yeme, ve dilsiz gibi ol, söyleme. 1619 Sen kulaksın, yâni dinleyeceksin, O dildir, yâni söyleyecektir. Cenâb-ı Hak, dinleyecek kulaklar için susun buyurmuştur. 1620 Çocuk evvelâ süt emer ve bu hâlde bir müddet sükût eder, âdetâ kulak kesilir. 1621 Ona bir müddet susmak ve söylenilen sözlerden lâkırdı öğrenmek lâzımdır. 1622 Çocuk işittiği sözlere kulak vermez de söylenecek olursa kendisini cihanda dil­siz yapar. 1623 Doğuştan sağır, ki aslında onun işitmek hissi yoktur, dilsiz olur. Nasıl cûş u hurûşa gelir de söz söyler. 1624 Çünkü kelâm için evvelâ dinleme lâzımdır. Binâenaleyh söz istikametine kulak yolundan gel ve gir. 1625 Evlere kapılarından girin. Garaz ve maksatları da sebeplerinden arayın. 1626 Kulak yoluna bağlı olmayan bir nutuk varsa o da tama’sız ve garazsız olan Allah kelâmıdır. 1627 Cenâb-ı Hak bir mübdî’dir ki yarattıklarını modele bakarak yapmamıştır. 1628 Allah’tan başkası ise hem sanatlarda, hem bir sözde üstâda tâbi ve örneğe muhtaçtır.
Sayfa 164
İnsan karşısındakini sürekli kötüleyip alaya alırsa arada bir gerçek bir nükte pırıltısı bulmaktan kendini alamaz.
Sayfa 274 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
160 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Türk Dünyası Edebiyatı'ndan okuduğum eser sayısı sınırlıdır. Kendi edebiyatımız ve tabii Batı Edebiyatı derya çapında olduğu için bu alana uzak kaldığımın farkındayım. Oysa ne cevherler var. Bu kitabın yazarının doğum yeri olan Nahçıvan'da geçen hafta bulunma fırsatım oldu. Kafkaslarda bir vaha gibiydi. Halbuki ne acılar yaşanmış ve ikliminden insanına bizden farkı olmayan bu coğrafya ne hikayeleri barındırıyor, bir bilinse... Danabaş Köyünün Öyküsü, net bir şekilde toplumcu-gerçekçi unsurlar barındırıyor. Feodaller, güç zehirlenmesi yaşayan bürokratlar, başkaldırmak yerine her şeye eyvallah -en fazla "ah"- eden köylüler... En çok da kadının ikinci sınıf insan hükmünde olması ve bir mal gibi değerinin belirlenip haraç mezat satılmasının normal karşılanması... Bunca eğitimsizlik, cehalet ve zulüm içinde yazar, karakterler aracılığıyla hafif nükte ve bolca hiciv sanatından da yararlanmış. Arada akışı bölüp açıklama yapmış ama bu hikayeyi sekteye uğratacak şekilde gözüme batmadı. Ben bir sahaftan tesadüfen almıştım bu kitabı. Memmedguluzade'nin diğer kitaplarını da merak ettim ama Türkiye Türkçesine çevrilen başka eserine internette rastlamadım. Bulursam muhakkak okuyacağım.
Danabaş Köyünün Öyküsü
Danabaş Köyünün ÖyküsüCelil Memmedguluzade · Cumhuriyet Yayınları · 2000619 okunma
Şiir Sanatı
Musiki, her şeyden önce musiki; Onun için tekli mısradan şaşma. Kıvrak olur, erir havada sanki; Ağır aksak söyleyişe yanaşma. Kelime seçerken de meydan senin; Bile bile bir nebze aldanmalı. Dumanlısı güzeldir türkülerin;
“Hallac’ın daracağında hoş bir şekilde ifade edeceği bir nükte.”
“Bir çirkin tebessüm, bir iki bayağı nükte, içinden doğru gelen kısa bir çığlık: İşte ömrümün romanı bundan ibaretti.”
Sayfa 18 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.