"Bir ülkeden bir başka ülkeye, tıpkı yaşamdan ölüme gider gibi altınsız, takısız, yanımda Tanrı'ya olan bağlılığım dışında hiçbir varsıllık olmadan gitmek alnıma yazılmıştı." diyor Granadalı Hasan. Yaşadığı şehrin işgali ve yaşanan savaşlar sonucunda bambaşka diyarlara, ülkelere göç etmek zorunda kalan Hasan'ın hikayesi... Romanı okurken birçok şehir, kültür hakkında da bilgi sahibi oluyor, Hasan'ın yolculuğuna eşlik ediyorsunuz. Ben ısrarla Hasan diyorum çünkü hayatının bir döneminde "Leo" olan Hasan özünden hiçbir şey kaybetmiyor, gittiği yerlerde özlediği tek şey ezan sesi oluyor; geçmişine, ailesine olan hasreti dinmiyor.
Afrikalı Leo, Amin Maalouf'un okuduğum dördüncü kitabı. Yazarın romancılık alanında gelişimini gözlemlemek isteyenler Afrikalı Leo ile başlayabilirler, zira bu kitap ilk romanı. Maalouf'un tarihi olayları bir kurgu içinde, doğu-batı kültürü senteziyle işleyen romancılığını seviyorum. Bu romanda da birçok tarihi olaya, şahsiyete bambaşka pencerelerden bakabiliyorsunuz. Örneğin Memluk Devleti'nin yıkılışını biz genelde kendi tarihimiz açısından değerlendirdik, savaşların her iki tarafta da oluşturduğu zarar ve ziyanlara objektif bir biçimde bakamadık belki de. Bana bunları düşündüren, başlarda sıkılsam da sonradan olay örgüsüne kendimi kaptırdığım, beni tarihî yolculuklara çıkaran bir kitap oldu.
