24 Kasım 1859'da, Türlerin Kökeni'ni yayınlayan Darwin, bilimsel evrim teorisinin temelini atarken, canlı varlık popülasyonlarında üreme sırasında gerçekleşen küçük değişiklikleri ve bu varyasyonların doğal seçiliminin özellikle çevreye ve nüfus fazlasına bağlı olduğunu ifade eden varyasyon/seçilim kavramsal çifti sayesinde biyolojide
Merhaba Sevgili Arkadaşlar,
Bir grup arkadaşla giriştiğimiz dil çalışmalarına giriş mahiyetinde olacak yazı serisinin en önemli ayaklarından biri olan İngilizce Öğrenme yazısını kaleme alma sebebim, dil yazılarımızı takip edecek arkadaşlara nereden başlamaları gerektiği konusunda bilgi edindirmektir. Oluşan dil havzasında öğreneceğimiz dillerin
Uygarlığı övmek istediğimizde koca binalar ya da uygarlığa ilişkin olan zenginliği överiz. Uygarlığın bizi hasta ettiğini unuturuz. Hatta unuttuğumuzu bile unuturuz. Uygarlık kapitalizmle beraber gerçek yüzünü gösterir. Onun gerçek yüzü, savaşlar ve hastalıklardır. Aklın araçsallaştırılıp bir pazar ilişkisine dönüşmesidir. Herkes şikayetçi çünkü herkes hastalanmış. Hastalığının nedenini bile bulmaktan aciz bir uygarlık, tam da kapitalizme yaraşır bir sonucu ortaya koyar. Tüm ilişkiler salt değersiz ilkesizlikler üzerinden şekillenmiştir. Değer yitimi kendisini değer olarak sunar. Birçok insan ilkelerden bahseder,ilkesizliklerine kılıf bulmak için. Tarkovsky’nin Nostalji filminin final sahnesinde delinin Marcus Aurelius’un heykeli üzerine çıkıp aklı uyarması salt bir rastlantı değildi, uygarlığın krizinin sesiydi o ses.
Hastalığımızın nedenleri “toksik ilişkiler” gibi basit banal nedenler değil. Başkalarını suçlamak her daim işin kolayına kaçmak olmuştur. Hiçkimse de toksik denilen şeyin hepimizin ortak mirasının sonucu olduğunu bir deli gibi açık yüreklilikle ortaya koymuyor. Herkes şikayet edince ortada şikayet edilecek hiçbir şey kalmıyor. Günah çıkarma seansının ismi de “toksik ilişki” oldu.
Çalışan bir adam için otuz yaş, yaşamında bir istikrar döneminin tam başladığı yaştır, insan kendini genç ve enerji dolu hisseder.
Ama, aynı zamanda, yaşamın bir evresi de sona ermiştir. Bu, bazı şeyle rin artık hiçbir zaman geri gelmeyeceğini düşündürdüğünden melankoliye sürüklüyor insanı. Belirli bir pişmanlık duymak da saçma bir duygusallık değil aslında. Evet, birçok şey gerçekten de otuz yaşında başlıyor, o yaşta her şeyin bitmiş olduğu da doğru değil. Ancak, yaşamın veremeyeceğini an ladığı birtakım şeyleri beklememeyi öğrenmiş oluyor kişi; üstelik her geçen gün daha iyi kavrıyor ki yaşam yalnızca bir ekme dönemidir, hasat mevsimi yoktur burada.
Bir pazar sabahı New York metrosunda başımdan geçen küçük çaplı bir paradigma değişimini hatırlıyorum. Herkes sessizce oturuyordu.
Birtakım insanlar gazete okuyordu, bazıları düşüncelere dalmış, bazıları da gözlerini kapatmış, dinleniyordu. Sakin ve huzurlu bir ortamdı.
Sonra birdenbire, bir adam çocuklarıyla birlikte vagona bindi.
Çocuklar o
"Bugün resmen bariz iki farklı flörtöz yaklaşımı reddettim. Normalde bir erkek atlar bunlara hemen. Hiç kaçırmaz fırsatı. Fakat o toplara hiç girmiyorum. Kendime söz verdim. Uzunca bir süre kadın olmayacak hayatımda. Bir kişi hariç. Zaten onu da herkes biliyor. Fakat o da yok aslında.
Lakin şunu fark ettim. Sosyal ortamda pozitif, zeki,
Bir gün bir tesadüf eseri, belki de 100. kez Tuncay kurtiz'in sesinden "oysa herkes öldürür sevdiğini" ile başlayan şiiri dinledim ve merak ettim bu şiir gerçekte kime ait diye... işte o zaman öğrendim ki bu şiir Oscar wilde'ın reading hapishanesi baladı isimli kitabından bir şiirmiş. kitabı hemen satın aldım tabii ve bugün
Nuh Suresi, 21 - 23. Ayetler:
"Nûh, 'Rabbim, dedi, doğrusu bunlar beni dinlemediler, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka bir şeye yaramayan kimseye uydular."
"Onlar çok büyük tuzaklar kurdular."
"Dediler ki: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd'en, Suvâ'dan, Yeğus'tan,
''Jacques, bu mobilyaları kendi iradesi dışında sürüklendikleri sefil sondan bir rehine kurtarır gibi kurtardığına inanmaktadır; kaderin onu asla kaçamayacağı bir ödevle görevlendirdiğini hissetmektedir; içinde kimsenin yaşamadığı odaya bir göz attığında yatağın, yazı masasının, kitaplığın, o kişisel eşyaların bir ölünün yadigârlarını
Devşirmeleri hiçbir zaman anlamamıştı Sadrazam. Aralarında başka türlü bir birlik bilinci vardı. Sadrazamlığına duydukları tepki de bunu doğruluyordu. Hünkârın kolladığı dengeler ve sarsılmaz otoritesiyle savuşturulmuştu birçok tehlike.Uzak yerlerden, doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden; atasından, yurdundan, göreneğinden kopartılarak
İdeal bir toplum nasıl olmalıdır? Sorusuna birçok filozof ve siyasetçi farklı cevaplar vermiştir. Biri demiş aristokrasi diğeri demiş oligarşi. Başka biri çıkmış en iyisi teokrasi demiş. Ortaya demokrasi kavramı çıkmış, her insan nasıl aynı değerlendirilebilirmiş? Biri çıkmış eşitlik demiş, eşitlik adalet miymiş? Ama bunları diyenlerin hepsi tüm
Kaderin hiçbir şekilde adı geçmeseydi, bir karakteri, bir etkisi olmasaydı, dahası birçok şey ya da her şey tesadüfen, şans eseri veyahut rastgele olsaydı, o halde gerçekleşmiş olan olaylar farklı bir şekilde mi gerçekleşecekti.
Sayfa 3 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Okuduğumuz kitaplar üzerine neden konuşmuyoruz diye serzenişte bulunduğum arkadaşımla ile ortak okumamız olan kitap. Yazarı bana tanıtan da arkadaşım olmuştu. Ağzı Çiçekli Adam tiradı ile tanışmıştım hatta. O tiradın giriş kısmı beni o kadar etkiledi ki yazarın başka bir kitabını alıp okumak istedim.
Buraya da not düşmek istedim giriş kısmını.
Andrey Tarkovsky, Ünlü şair Arseniy Tarkovsky'nin oğludur. Sinema eğitimini Moskova'da Devlet Sinema Okulunda gördü. VGIK Sovyet Film Okulu'na girmeden önce müzik eğitimi aldı.
1960 yılında Sinema Okulu için yaptığı diploma filmi aynı zamanda ilk filmi ve tamamen Sovyet topraklarında geçen tek filmidir. Silindir ve Keman, Çocuk bir