Aytmatov'la Dişi Kurdun Rüyaları ile tanıştım.
Bu kitap benim insan dışındaki canlı ve bitki türlerine bakışımı değiştirdi.
Cemile'yi yıllar önce okumuştum.
Ve daha sonra yazarın bütün eserlerini soluk soluğa okudum.
Kırgızistan'a gittim, yazarın müzeye dönüştürülen evini, Tanrı Dağları'nı, Issık Göl'ü, hikayelerin geçtiği bozkırları, Kırgızları, doğa ile iç içe geçen Kırgız yaşamını gördüm.
Oraları gördükten sonra, şimdi Aytmatov'un o doyumsuz hikayelerini tekrar okuyorum.
Evet, Cemile ile Danyar'ın aşkına "aşk" demek ne kadar doğru bilemiyorum.
Cemile'nin yaşadıkları bir aşktan çok temel içgüdüye benziyor.
Zira, Cemile genç, güzel, ateşli biri ve evlendikten sonra henüz erkeği, eşini, evliliği, seksi ve tabi kadınılığını tanıyamadan eşi askere alınıyor.
Cemile bir boşluk içindeyken umutsuz ve geleceği olmayan bir aşka tutuluyor.
"Bu aşk ahlaki mi, doğru mu, güzel mi?.." bunlar elbette tartışılabilir ama yazar, insan ruhunu iyi biliyor.
Doğada diğer canlıları gözlemlediğmizde, bizim dışımızdaki türlerin de, karşı cinsle birlikte olurken Cemile ile Danyar'dan pek farklı davrandıkları söylenemez.
İnsanın, yani türümüzün de doğanın kanunlarına kaşı bir ahlak çıpası kullanması ve ona göre davranması her zaman mümkün olmayabiliyor.
Konar göçer bir ailede - oba'da büyümüş biri olarak Aytmatov'un bütün hikayelerinde olduğu gibi Cemile'de de kendimi, obamı, insanı, doğayı buldum.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kırgız yaşamından bir kesit sunan, bir, iki saat içinde okunabilecek güzel, akıcı bir hikaye.
Okuyarak kalın.