Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Danimarka'da bir sınıfın beraber karar verdiği kural
Iben, kızı Julie'nin sınıfında bir yıl, örneğin, birisi çok gürültü yaparsa veya dersi bölerse, tüm sınıfın ayağa kalkması, sınıfın etrafında yürümesi ve ellerini 10 kez çırpması gerektiğini hatırlıyor. Bu, yıl başında sınıfın hep beraber karar verdiği bir kuralmış. Bu yüzden çok gürültülü çocuklar sadece öğretmen üzerinde değil, yaşıtları üzerinde doğrudan bir sorumluluk ve etki hissederler. Bu, öğrencileri durdurmak için şaşırtıcı derecede güçlü bir motivasyon aracı olabilir.
Sayfa 128Kitabı okudu
" Ben mutlu olmaktan uzun süre önce vazgeçtim Öykü. Mutluluk bana göre değil. Mutluluk beni korkutuyor, neden biliyor musun? Cevap vermemi beklemeden konuşmaya devam etti. " Çünkü mutluluk, peşine mutsuzluğu getiriyor. Yani bu benim için böyle. Sanki mutlu olduktan hemen sonra mutsuz olmam şartmış gibi. Bu bir kuralmış da sen de buna uymak zorundaymışsın gibi. Uymazsam asla bir daha mutlu olamayacakmışım gibi hissettiriyor. İşte bu yüzden mutlu olmak istemiyorum. Çünkü güldükten sonra ağlamak istemiyorum!"
Sayfa 475 - ×BadeKitabı okudu
Reklam
Nietzsche; kaşlar ve bıyıklarla kaplı adam
Yandaki balkonda bir adam korkuluğa yaslanmıştı ve o saatte in cin top oynayan geniş caddeye derin bakışlarla bakıyordu. Onun geceye bakışından daha az derin bir biçimde ona baktım. Bakışıma karşılık vermedi. Kimdi acaba? Kalın kaşlar gözkapaklarının üzerine düşüyordu. Ne diyordu? Uzun ve gür bıyıklar ağzını gizliyordu. Ne var ki ikisinin -kaşlar, bıyıklar- arasında, sanki sadece temiz bölgeler olmalarından ötürü açıktaki iki kalça kadar çıplak görünen, ilk başta münasebetsiz diye nitelediğim bir çıplaklık göze çarpıyordu. Kaşlar ve bıyıklarla kaplı o suratın temiz kısmı insanı, kılsız olan kötüdür, türünden yanlış bir düşünceye sürüklüyordu ve bunun yegâne sebebi genelden farklı olmasıydı, zira kaşlar ve bıyıkların gürlüğü bu adamda genel kuralmış gibi duruyordu.
İşte masum, yani bilgisiz genç bayanlar şehvetin yoğun tadına alışırlar ve sonradan, kocaları hasta ya da vaktinden önce kuvvetten düşerse onun yokluğunu derinden hissederler; işte, sanki sık sık onlarla ilişkide bulunmak, hak ve kuralmış gibi görünen bu en zararsız ve inançlı zihniyet, onları sonradan en şiddetli bir şekil de şeytana uymaya ve daha kötü şeylere meylettiren ihtiyaca sürükler.
Tragedya,insanın varoluşu sorununa bir yanıt olabilir; ama ona hiç de bir çözüm getirmez. Tragedya için "Bireysel hayatlar genelde neden dayanma gücünün ötesinde ezilir ve tahrip edilir?"' "insan ilişkilerinde adaletsizlik ve baskı niçin egemen kuralmış gibi görünür?" ya da "insanlar neden öldürülmüş çocuklarının kızartılmış etlerini çignemeye ikna edilir?" gibi sorulara genelde yanıt yoktur. Daha dogrusu, tek yanıt bu sorularla yüzleşilmesini saglayan di- rençte, bunları kuşatan derinlik ve sanatsal nitelikte mevcuttur. En kudretli haliyle tragedya, bizi ideolojik avuntudan kasıtlı şekilde yoksun bırakan yanıtsız bir sorudur. Her jestiyle insan hayatının böyle vasat biçimde varlığını sürdüremeyecegini tanıtlasa da sıra- dan arzulu bir düşünce örnegine, kısmi bir reformizme, duygusal bir hümanizme ya da her derde deva bir idealizme kıyasla, bizi in- sanın ıstırabına bir çözüm bulmaya daha fazla davet eder. Acil bir kurtuluş gereksinimi içindeki bir dünyayı tanımlarken aynı anda dikkatimizi, insanı taşa çevirmekle tehdit eden bir terörden, başka bir tarafa çekmenin sıradan bir yolu da olan belli bir kefaret fikrini ima eder.