Bir annenin çocuğuna karşı duyduğu kör sevgi, kendini beğenmiş bir babanın biricik oğulcuğuyla körü körüne ve aptalca gururlanışı, burnu havada genç bir kadının ziynet eşyalarına tutkunluğu ve kendisine hayranlıkla bakacak erkek gözlerine körü körüne, çılgınca düşkünlüğü, bütün bu duygular, bütün bu basit, aptalca, ama alabildiğine zorlu, güçlü bir dirimsellik içeren, kolay kolay pes etmeyen duygular ve açgözlü istekler Siddhartha için çocukluk olmaktan çıkmıştı artık; insanların bu duygular ve istekler için yaşadığını, onların uğrunda sonsuz işler başardığını, gezilere çıktığını, savaşlar yaptığını, sonsuz acılar çektiğini, sonsuz çilelere katlandığını görüyordu; bunlar için sevebilirdi onları, tutkularının her birinde, eylemlerinin her birinde yaşamı görüyordu, dirimselliği, yok edilmezliği, Brahma'yı görüyordu. Kör sadakatleri, o kör güçleri ve diretkenlikleri içinde sevilmeye ve hayran kalınmaya layıktı bu insanlar. Hiç eksiklikleri bulunmuyordu, bilge ve düşünürlerde bir tek küçük şey vardı ki, ondan yoksundular yalnızca, bu da bilinçti, tüm yaşamın birliği ve bütünlüğüne ilişkin bilinçli düşünceydi. Ve Siddhartha bazı anlar bu bilgiye, bu düşünceye fazla değer vermenin doğruluğundan kuşku duyuyor, belki de bunun düşünce insanlarının, düşünce - çocuk insanlarının bir çocuksuluğu sayılacağını geçiriyordu aklından. Dünyevi yaşam süren insanların başka bakımlardan bilgelerden geri kalır yanı yoktu; nasıl ki zorunlu olan şeyi inatla, şaşmadan yapan hayvanlar kimi anlarda insanlardan üstün görünebilirse, onlar da bilgelerden hayli üstündü.