Okulun içinde hamamböcekleri gibi dolandığımız kapkara önlüklerden kurtulmuş, kravat takmaya başlamıştık artık. Bu benim önemli bir adam olacağıma duyduğum inancın ilk gerçek karşılığıydı. Kravatım vardı, ceket giyiyordum; artık yakalanın kolalanmıyor, gömleklerim ütüleniyordu. Büyümenin daha inandırıcı bir ispatı olamazdı.
Lacivert truvakar bir ceket -iki yıl önceki bej alpaka mantosu kısaltılıp boyanmış-, kalın tüvit kumaştan bir kalem etek -yine başka bir etekten kesilip biçilmiş-, çizgili lacivert bir kazak giymiş.
“İlk ışık belirmeden karşıki tepelerde,
Az mı gözümü açtım ıslak kanepelerde?..
Yorgundum, uykusuzdum, paraca tamtakırdım…
Ben orada bir simide bir ceket bırakırdım.”
Kimse kimseyi görmüyordu. Herkes kendini kurtarmaya çalışıyor; herkes kendini kurtarmaya çalıştığı için, herkes herkesi ateşe atıyordu. 'Kendini kurtarma'nın âhirete bakan bir boyutu zaten epeydir yoktu. Binler, onbinler iman-küfür denkleminde sık sık yanlış şıkkı işaretliyor; körpecik tenler ve dimağlar ebedi bir yangına namzet hale
“neden yapıyorsun bu işi? Nedir yani?
Kızlar mı? Deri ceket mi? Maçoluk mu? Yoksa bütün bunların verdiği anlamsız bezginlikle uğraşmak ilginç bir mücadele mi demeye getiriyorsun?”
Kablosuz teknolojisi , tam anlamıyla kullanıma geçtiğinde , bütün dünya koca bi beyne dönüşecek —ki aslında şu anda da öyle; her şey gerçek ve ritmik bir bütünün parçası.
Birbirimizle anlık olarak ,,mesafe sorunu yaşamadan iletişim kurabileceğiz. Bununla da kalmayacak, televizyon ve telefon aracılığıyla, binlerce kilometreye rağmen birbirimizi, sanki yüz yüze oturuyormuşuz gibi göreceğiz ; üstelik bunları yapmamızı sağlayacak aletler mevcut telefonumuzdan çok daha basit olacak. Ceket cebinde bile taşınabilecek.