Herkes Hüseyin Cahide ateş püskürüyor. Üç gündür Tanin başmuharririnin adı, kime rastgeldimse onun ağzında fena sıfatlarm mevsufudur. ... Hüseyin Cahidin kendisini bir tarafa bırakacağım. Ammenin ruhundaki mânasile Hüseyin Cahid, bu memlekette bir adamın değil, bir zümrenin adıdır. Bu zümrenin içinde bir değil, on değil, pek çok Hüseyin Cahid vardır. Türkiye'de ilk gazete çıktığı tarihten beri. kalemü ile âmmenin vicdanına istikamet verenler arasında, hırsızları, lüpçüleri, jurnalcuları, kancıkları, dalkavukları, yalancıları hep bu zümre içine alır. Felâket, Türk'ün başma bütün belâları üşüştüren bu zümrenin, mensuplarını nesilden nesle devrederek hâlâ yaşamasındadır. Sarıkamışta yüz bin Türk çocuğu bir strateji kumarını ödemek için harcanırken, Beyoğlunda, büyük kulüpte poker oymyan zümre budur, Kafkas'ta açlıktan pabucunu yiyen Mehmetçik haykıra haykıra ölürken, Suriye'de, Cemal Paşa karargâhında şampanyasını içip göbek atan zümre budur, dün Hügne'nin dostu ve Türkiye'de Alman nüfuzunu demirleştiren Bağdad hattının müdâfîi, ertesi gün Fransız sermayesinin mümessili Metr Salem'in dostu ve Osmanlı Bankasının müdâfîi zümre budur, dün demokrasilere senelerce -evet, senelerce!- küfreden, fakat bugün tam zıddı fikirleri misli görülmemiş bir hayâsızlıkla benimsiyen zümre budur, harb isteyen zümre budur, çapul istiyen zümre budur gözleri Türk kanına, kesesi Türk servetine doyamıyan zümre budur! Hüseyin Cahid ne kelime! Sittin senedir bu memleketin iliğini emen ve bütün felâketlerimizden mes'ul sürü sürü Hüseyin Cahid'ler vardır.
Buna aynı zamanda en üst makam da denmektedir. Bu noktada kişi/kul, Allah'ın zatı, sıfatları ve isimlerinin manaları üzerinde düşünüp tefekküre dalmalıdır. Tefekkürün bu yönü yasaklanan ya da men olunan yöndür. Çünkü bu konuda şöyle buyurulmuştur: "Yüce Allah'ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünüp tefekküre dalın ve ancak zatı üzerinde düşünmeyin/tefekküre dalmayın." Bunun yasaklanmasının nedeni, akıl denen terazinin bunun altından kalkamayacağı gerçeğidir. Akıllar bu konuda şaşırıp kalırlar. Oraya göz atmaya sıddîkler dışında kimse cesaret edemez ve üstelik buna güç de yetiremezler. Diğer taraftan Sıddîk denilen ve özü sözü bir olan samimi müslümanlar bile bu noktada uzun uzadıya odaklanamazlar. Çünkü onların güçleri bile belli bir noktaya kadardır. Sıradan insanların durumuna gelince, böylelerinin gözleri/bakışları, Yüce Allah'ın Celal sıfatına izafetle adeta güneş karşısında yarasanın halinden farksız gibidir. Nasıl ki yarasa güneşten rahatsız olup ona bakamıyorsa, sıradan insanlar/avam tabakası da bu manada Yüce Allah'ın Celal sıfatına nazar edemez. Yarasa rahatsızlanmamak için gündüzleri nasıl ortaya çıkmıyor gizleniyor, ancak geceleyin ortaya çıkıp, güneşin kalan zayıf ışınlarından ve yere yansımasından o kadarıyla yararlanabiliyorsa, işte avam tabakası ya da sıradan insanların hali de aynen böyledir.
Sayfa 77 - ÇELİK YAYINEVİKitabı okudu
Reklam
Tasavvufçular Kabala'dan epey etkilenmiş olmalı
Bu ku­rama göre tanrının mutlak ve en mükemmel hali olan Ein Sof'dan su­dur şeklinde aşağıya doğru on farklı alem (Sefirot) tezahür eder. Tan­rının en mutlak hali olan Ein Sof'tan sebebini bilemediğimiz bir şekil­de kopuşlar başlar. Yaratılış süreci Ein Sof'tan ilk kopuş olan Keter Sefira'sı aracılığıyla gerçekleşir. Diğer Sefiralar Keter'den başlamak üzere bir öncekinden kopar. Her yeni Sefira tanrının yeniden şekil al­dığı bir alemdir. Aşağıya doğru olan bu hareket tanrının en mutlak ha­linden uzaklaşmak, fakat aynı zamanda kendi içinde saklı olan (Mez­murlar 9/8, İşaya 64/60, Zohar 3/26 b, Masekhet Hekhalot 3) gücün varlığını açması anlamına gelir. İçinde bulunduğumuz alem ise ancak en son Sefira olan onuncu Sefira'da mümkün olmuştur. Birin­ci Sefira Keter'dir ('Taç'). Sonra sırasıyla Hokma ('Hikmet'), Binah ('Anlama'), Hesed ('İzzet'), Gevurah ('Celal'), Tiferet ('Cemal'), Net­sah ('Zafer/Beka'), Hod ('Güç'), Yesod ('Sağlamlık/Temel') ve son olarak, içinde bulunduğumuz alem olan Melkut gelir. Her bir Sefira tanrısal özün-zatın kendisinden bağımsız hale gelmiş (Ein Sof ) sıfat­larıdır. Aslında varlığa ait gibi görünen bu fenomenler gerçekte tanrı­ya ait sıfatlar olduğu için bütün mahlukatta tecelli ederler.
Kâmil o kimsedir ki, Allah'ı celâli, cemâli ve kendisinde ortak olunamayan güzel sıfatları için sever. Allah'ın kendisine has bir kısım sıfatları vardır ki, bu sıfatlarda O'nun hiçbir ortağı yoktur. İşte bunun için Allah, Davud Aleyhisselam'a şöyle vahyetti: -Benim sadık ve halis dostlarımın en sadık ve halis olanı odur ki, karşılıksız olarak bana ibadet eder. Fakat Rabbı onun hakkını mutlaka verir.
Ebu'l-Alâ Afîfî'nin Talikat adlı esere Giriş Yazısı
İran ve Türk şairleri, -Hakkın ezelî nûruyla âlemin bütün yönlerini nasıl aydınlattığını; -Hakkın isimlerinin, Varlık ile ezelî yokluk halindeki mevcutların a'yânını nasıl aydınlattığını; -bunlardan her birisinin, aynaların görünen şeylerin sûretlerini yansıttığı gibi, isimlerin kemâllerini nasıl aksettirdiğini; -ilâhî celâl sıfâtlarının cehennem ateşinde ve şeytanlarda, cemâl sıfâtlarının ise, cennet ve meleklerde nasıl tecellî ettiğini; -insanın kendi nefsinde bütün bu sıfâtları toplayıp, büyük âlemde bulunan cemâl ve celâl sıfâtlarının kendisinde bulunduğu küçük bir âlem nasıl olduğunu tavsif etmişlerdir. Bunlar, vahdet-i vücûd mensubu Iran ve Türk şairlerinin ifâde ettiği bazı düşüncelerdir, hepsi de, özü itibarıyla, İbnü'l-Arabi'nin sisteminden ve Fusûsu'l-hikem kitabında ifâde ettiği bir takım görüşleridir. Ebu'l-Alâ Afîfî 20 Ağustos 1946/23 Ramazan 1365 İskenderiye
Sayfa 31 - İZ YAYINCILIK ☪ 2. Baskı İstanbul, 2002Kitabı okudu
Türkiyede Laiklik..
19. asır başlarına kadar Türkiye, İslami kurallara ağırlık veren bir ülke idi. Örfün, içtihatların Fâtih'ten Kanunî'ye kadar kanunnamelerin yaşayışımızdaki önemli rolü bulunmakla beraber "İslâm şeriâtı" esastır. Tanzimattan sonra, Batıya yenilişler dolayısiyle ve Avrupa'nın, Türkiye'deki Hıristiyanlar lehine baskıları sonucu, yarı laik
Sayfa 203
Reklam
85 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.